21 Aralık 2017 Perşembe
Ataol Behramoğlu İle Yıllar Sonra Kesişen Yollar
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği...
İlk kez Sivas Üniversitesinde okuduğum yıllarda tanıştım Ataol Behramoğlu'nun şiirleriyle. Yıl 1999 belki 1998 de olabilir. Yaş ilerledikçe tarihler ufukta kaybolan gemiler gibi siliniyor hafızalardan. Beynimin karanlık dehlizlerinde şiirden bir ateş yakarak o yıllara ait kırıntılardan bir anı derlemeye çalışacağım size. Küçük bir grubumuz vardı. Çeşitli kitaplar okur (şiir, roman vb) aramızda tartışırdık. Tiyatro, sinema önemliydi bizim için. Bir arkadaşımız radyoda şiir, edebiyat üzerine program yapardı. Programın içeriğini beraber hazırlar zenginleştirirdik. Sık sık bir araya gelip şiirler ve bağlama eşliğinde türküler söylerdik. Türkülerin, şiirin dostluğu perçinleyen en önemli usur olduğunu o yıllarda öğrendik. Türkiye'nin değişik şehirlerinden, kültürlerinden, coğrafyalarından gelmiş olmamıza rağmen aramızda farklılık yoktu. Bugünlerde farklılıklarımızı ayrışmamız için önemli bir etkenmiş gibi bizelere empoze etmeye çalışan siyasi mekanizma o yıllarda daha yeni yeni canlanıyordu. O bozuk siyaset anlayışı toplumuzu etkisi altına almadan bizler zaten bir bütün olmayı çoktan başarmıştık.
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya...
Grubumuzun en güzel şiir okuyanı öğretmen Sevgiy'di. Onun sayesinde tanıdık Ataol Behramoğlu ve şiirlerini. O duygu, o his şiirin her kelimesine verdiği o hayat o dirilik hepimizi etkilerdi. Sevgi öğretmenin okumaktan en çok zevk aldığı şiirlerden biriydi 'Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var'. Ne zaman bu şiiri okusa tüylerimiz diken diken olurdu. Sevgi şiirin bitiminde ağlardı. Platonik bir aşk acısı çektiğini düşünürdük. Sormamıza rağmen acısını anlatmazdı bize. Günlerden birgün yine kendi aramızdayken telefonu çaldı konuşmak için yan odaya gitti. Sesi titriyordu ve ağlamaklıydı. Gelmeyince yanına gittim akan gözyaşlarını kazağı ile sildi ve bir tebessüm etti.
-Kötü bişey mi! diyerek yanıma oturdum.
-Yakalanmış.
-Kim yakalanmış?
Boynuma sarıldı, başladı acısını omzuma akıtmaya. Mahallesinde kendinden yaşça çok büyük bir erkeğin küçükken kendisini defalarca taciz ettiğini korkusundan kimseye söyleyemediğini. Bu davranışından asla vazgeçmediğini çok fazla çocuğa aynı şeyleri yaptığını. Şuan 70 yaşında olduğunu ve yine küçük bir kız çocuğunu taciz ederken yakalandığını söyledi.
-Ağladığıma bakma çok mutluyum. Şimdi daha sıkı kucaklayabilirim arkadaşlarımı ve artık saatlerce bakabilirim gökyüzüne.
Sevgi'nin yıllardır kabusu olan bu acıdan kurtulduğunu ve çocuk gibi özgürleştiğini görebiliyordum.
-Artık şiir okurken ağlamak yok anlaştık mı. Hadi diğerlerinin yanına geçelim merak etmesinler bizi.
Biz erkeklerin çocukların hayallerini yok etmemeye ve kabusları olmamaya dair bir dersten geçirilmeye ihtiyacı var.
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin
O yıllarda fotoğrafçılık çok önemliydi benim için. Sivas'ın eski mahallelerinde dolaşır yıkılmak üzere olan eski evlerini fotoğraf çekerdim. Sokakları, gariban çocukları, mutlu insanları... Çoğu zamanda gördüğümüz insanlarla konuşur sohbet ederdik. Fotoğraf çekiminde sosyoloji bölümünde okuyan ve iki bastonuyla yürüyebilen Nihal eşlik ederdi bana. İki bastonlu olduğuna bakmayın çoğumuzun yapamadığı işleri başarmış biridir o. Şimdi evli biri ikiz olmak üzere üç çocuğu var. Hatay'da öğretmenlik yapıyor.
Birgün;
-Bu kadar fotoğrafı ne yapacaksın?
Şaşırdım bu soruya sahi ne yapacaktım çektiğim fotoğrafları.
-Bilmem!
-Bilmem demekte ne demek. Olmaz sergi açmalısın ve herkesle paylaşmalısın bu güzel fotoğrafları.
Nihal'i çevresindeki herekesi motive eden, güç veren, cesaretlendiren pozitif bir tarafı vardı. Ve bu konuda inatcıydı. Kısa bir an düşündüm. Sonra;
- Tamam sergi açacağım ama bunu seninle ortak yapacağız.
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
Şaşırma sırası ondaydı. İtiraz etmedi hemen hazırlıklara başladık. Fotoğraf seçimine başladık, bir kaç tane kurgu fotoğraf çektik. Kendi imkanlarımızla çerçeveler hazırladık ve süsledik. Üniversitemizin bahar şenliğine yetiştirdik ve şenlik kapsamında bir hafta süren bir sergi açtık. Afişimiz özeldi ve şöyleydi. 'Atatol Behramoğlu'nun müthiş dizesi 've hayat, sunulmuş bir armağandır insana' sözünden yola çıkarak 'Hayattan Çalınanlar' fotoğraf sergimizde görüşmek dileğiyle.
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın
Grubumuzdaki bağlama çalan arkadaşım Mustafa, Sinan ve Kiraz 'Çoğul Türküler' isminde bir müzik grubu kurdu. Çok çalışarak kısa zamanda sergi için bir kaç güzel türkü hazırladılar. Ve sergimiz boyunda hergün belli saatlerde canlı müzik yaptık. Bahar şenliği kapsamında sergi salonumuzun yanındaki büyük salonda panel için davet edilen önemli isimler geliyordu. Sergimiz hep açık olduğu için gelen panelistler sergimizi gezerdi. Ahmet Taner Kışlalı, Türkan Saylan, Kıvırcık Ali, Musa Eroğlu ve o dönemde o salonda şiir dinletisi veren Ataol Behramoğlu. Türkan Saylan konferans arasında salondakileri sergimizi izlemeye davet etti. O gün o kalabalık kitle merakla sergimizi gezdi. Hepsiyle ilgilenmekten ve sorularını cevaplamaktan yorulduk. Yerel gazetelerde haberlerimiz çıktı bir kaç televizyon programına katıldık Nihal'le. Arkadaşımın sunduğu radyo programında arkadaşım bize o kritik soruları sordu. O yıllar acılı bir coğrafyaydı Irak. Emperyalizmin Irak'ı Özgürleştirme Operasyonu başlamamıştı ama hazırlıkları tüm hızıyla yapılıyordu. Küresel çeteler Irak'ın nükleer kimyasal ve biyolojik silahları yok etmekkten bahsediyordu. Önemli isimler suikastlara uğruyor ve öldürülüyordu. (Şiilerin dini lideri Büyük Ayetullah Seyid Muhammed Sadık El Sadr)
-Irak'ta yaşanan sorunların kısıtlanan demokrasi ve özgürlüklerle bir ilgisi olduğunu düşünüyor musunuz? Yoksa Emperyalizmin, Irak'a olan bu düşmanca tavrı maddi bir çıkar beklentisine mi dayanıyor?
-Medya ne yazık ki gerçekleri yazmıyor ama biz biliyoruz ki Irak'ta oynanan oyunlar o bölgenin yer altı zenginliklerini ele geçirmek amaçlıdır. Bölgede ki ülkeler Emperyalizmin hedefi halindedir. Bugün Irak yarın başka bir ortadoğu ülkesi.
-Peki 'Hayat'ta Çalınanlar' fotoğraf sergisiyle amacınız nedir?
- Üniversite ve Sivas'ı Kızılırmak üzerine kurulmuş bir köprü bağlıyor gibi görünsede aslında görünmeyen çok fazla köprü, önyargı ve kopukluk var. Şehir hayatı ile Ünivesite arasındaki bu köprüleri kaldırmak istiyoruz. Sonraki sergilerimizi şehirde açmayı planlıyoruz.
Ertesi gün sergimizi sivil polisler ziyaret etti.
-Size mi kaldı köprüleri kaldırmak, dediler ve gittiler.
Bir kaç gün sonra bir arkadaşımızın yolunu polisler kesmiş. Ablamın ismini söyleyerek tanıyormusun demişler. Gelip anlattı olanları hayır demiş. İyi araştırma yapmışlar hakkımda, köyde sigortasız şartlarda tarla ve zeytincilikle geçimini sağlayan ablamı ismini söylerek göz dağı vermek istediler. Farkında olmadan mimlenmiş kişiler listesine girdik. Ciddiye almadık, Sivas ve Üniversite arasında ki köprüleri kaldırmak için aynı sergimizi Sivas medresesinde ve sinemanın bekleme salonunda iki kere daha açtık.
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı...
Sonra ki yıllarda Türkiye'nin içinde bulunduğu siyasi işgal ve politik anlayışından rahatsız olduğum için Almanyaya yerleştim.Geçmiş güzel bir anı olarak kalıyor insanın belleğinde. Bazen unuttuğunu sandığınız anılar hiç olmadık bir anda canlanıyor.
Yıl 17 Aralık 2017 Ataol Behramoğlu ile yollarımız Almanya'nın Kiel şehrinde birkez daha kesişiyor. Soğuk bir Aralık gecesinde güzel şiirlerini dinleyerek ısındık.Şiir insanın tüm ağırlığını alıyor. İyi geliyor kırgınlıklarınıza.
'Ermeni Sorunu Dün Bugün Yarın' isimli Prof Dr Kemal Arı ile gerçekleştidiğimiz söyleşi kitabımızı hediye ediyorum kendisine. Biri, Bir Çocuğa Layık Olmak diğeri Aziz Nesin'li Anılar olmak üzere iki kitabını alıyorum ve oğlum Ernes adına imzalatıyorum.
Ernes ismini duyunca gülümsüyor.
-Ernesto Che Guavera'dan mı geliyor ismi. Sonunda t harfide varmı?
- t harfi yok Ernesto Che Guavera ve Ernest Hemigway'den geliyor ismi.
Veda ediyorum Ataol Behramoğlu'na eve gelip kitaplarını Ernes'e veriyorum. Ernes seviniyor yeni kitaplarını.
-Baba ne yazıyor okusana.
Meraklı bir şekilde sokuluyor yanıma. başlıyoruz okumaya.
-Ataol Behramoğlu bir çocuğa layık olmak.
hemen Bahar şiiri'ne göz atıyoruz birlikte.
Bu sabah mutluluğa aç pencereni
Bir güzel arın dünkü kederinden
Bahar geldi bahar geldi güneşin doğduğu yerden
Çocuğum uzat ellerini...
Gece bitti Ernes Ataol Behramoğlu ile 7 yaşında tanıştı. Hergün rüyalara dalmadan evvel şiir okuyacağız. Bir çocuğa layık olmanın ne demek olduğunu birlikte öğreneceğiz.
Yukarda başladığım 'yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var' isimli şiirinin son kıtasına geldi sıra. Şair öyle güzel özetlemiş ki hayatı...
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana
Farkına varıp anlayabilene ve alabilene. Başınız belaya girdiğinde, umutsuzluğa kapıldığınızda, canınız yandığında yani başınıza gelebilecek her türlü felakette şiire sığının. Sizi avutabilecek en cefakar en anaç koydur şiir.
18 Aralık 2017 Kiel
Halil Fehmi Dağ
20 Aralık 2017 Çarşamba
21. Yüzyılda TÜRKÇÜLÜK Mithat Akar Bir Kitap Bin İnsan
Mithat Akar '21.
Yüzyılda Türkçülük' Atayurt Yayınevi, Ankara, Aralık
2016,
156 Sayfa, ISBN –
978-605-83120-1-2
Genç bir yazarın ilk kitabında
'Türkçülük' gibi ağır
bir konuyu ele alması başlı başına takdiri şayandır. Yıllarını
kitap yazmaya ve halkımıza yön verdiğini iddia eden pek çok
'aydın' bu konulara hiç gir(e)memiş olması üzücüdür.
Birilerin yönlendirmesiyle bu konuyu ele alanlar ise Emperyalizmin
isteği doğrultusunda davranarak 'Türkçülüğü=Irkçılık'
olarak ele almış ve halkımıza bu şekilde aktarılmıştır.
Geniş bir kitlenin beyni bu şekilde yıkamıştır. Türk ulusunu
yok etmeye yönelik bu söylemler Emperyalizmin yüz yıldır
dilinden düşürmediği söylemlerdir. Tarih bilgisinden yoksun
bireyler dış güçler tarafından daha kolay istenilen kıvama
getirilmektedir. Bunun içindir ki 'Türk Tarihini' doğru ve
iyi öğrenmeye ve bu öğrendiklerimizi bayrağımızı teslim
edeceğimiz çocuklarımıza ve gençlerimiz aktarmaya mecburuz.
Dün olduğu gibi günümüzde de Türk
düşmanlığı yoğun bir şekilde devam etmektedir. Bu konuya
dünden ve bugünden birer örnek vererek durumun ciddiyetini ve
aralarında ki bağı göstermek yararlı olabilir.
Düne
aiyt bir örnek olarak, Lozan antlaşmasını imzalamayan ve hatta
kabul etmeyen ABD'nin Senatörü Upshow
1927 yılında , Amerikan Temsilciler Meclisinde yaptığı
açıklamaya göz atalım; ' Lozan Antlaşması, Timurlenk
kadar hunhar, Müthiş İvan kadar sefil ve kafatasları piramidin
üzerine oturan Cengiz Han kadar kepaze bir diktatörün, zekice
yürüttüğü politikasının bir toplamıdır. Bu canavar, savaştan
bıkmış bir dünyaya, bütün uygar uluslara onursuzluk getiren bir
diplomatik anlaşmayı kabul ettirmiştir. Buna her yerde Türk
zaferi demişlerdir.'
İkinci
örnek olarak ise Ekim 2017'de Muhtarlar toplantısında devletin
başı (Cumhurbaşkanı) 'Türkçülük bölücülüktür'
şekilde açıklamalar yaptığı
unutulmamalıdır. Bu örneklerde görüldüğü üzere, Türk'e,
Türkçülüğe ve Türkiye Cumhuriyetinin geleceğine kast etmek
isteyenler ortak hareket etmektedir. Ve bizlerin kimlere karşı
birleşeceğimiz açıktır.
Mithat
Akar bu kitabında son yüzyılda en çok hedefe oturtulan ve yok
edilmek istenen Türkçülük
kavramını ele almıştır. Satın alınmış medya, aydınlar
çöplüğü ve siyasilerin Türklüğü aşağılayan sözlerine
inat Tükçülüğü bilimsel olarak incelemiştir. Bu incelemesini
yaparken, Türkçülüğün ideolojik temelini Müdafaa-ı Hukuk
Teşkilatlanmasına ve Atyatürk dönemi Halk Fırkası programına
dayandıran Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura, Sultan Galiyev gibi önemli
değerli isimlerden faydalanmıştır. Kitapta Marksizm de ekonomik
ve siyasal yönleriyle ele alınarak eleştiriliyor. Marksizm'in
hangi noktalarda, karşı çıktığını iddia ettiği küresel
kapitalizmle uyuştuğunu ve Millet ve Milliyetçilik,
Bağımsızlık konularında
kapitalizmle nasıl aynılaştığını okuyucaya örnekleriyle
aktarıyor.
Günümüzde
Türkçülükten korkakların özellikle okuması gereken önemli bir
kitaptır 21. Yüzyılda Türkçülük. Bu kitap ile Türkiye de
rayına oturtamadığınız ve size anlamsız gibi gelen pek çok
olay uygun yerine oturacaktır. Türk Milliyetçiliğini, Fransız
Devrimi, Marksizim, Kapitalizm, Ulusalcılık, Devrimcilik,
Halkçılık ve Sosyalist devrim gibi daha pekçok kavram ile
karşılaştırmaları okuma hemde düşünme imkanına sahip
olacaksınız. Kitabı bitirdiğinizde 'Türk
milliyetçiliğini ayaklar altına almak'
isteyenlerin nasıl bir işbirlikçi planın uygulayıcısı
olduklarını göreceksiniz. Bu kitap bir dostunuza vereceğiniz en
güzel hediyelerden biri olacağından eminim.
Her
daim var olabilmek için okuyalım ve hep okutalım. Bu prangalardan
kurtulmamızın tek çaresi budur.
20
Aralık 2017 Heidelberg
Halil
Fehmi Dağ
14 Aralık 2017 Perşembe
TÜRK – AMERİKAN SAVAŞI ve 15 TEMMUZ Mithat Akar Bir Kitap Bin İnsan
Mihat
Akar 'TÜRK – AMERİKAN SAVAŞI ve 15 TEMMUZ'
ATAYURT
Yayınevi Ankara, Eylül 2017, 214 Sayfa, ISBN: 978 605 83120 4 3
Küresel
çetelerin kuşatmasında ve hedefinde olan ülkelerin halkları
öncelikle kendi tarihlerine yabancılaştırılır. Ülke ameliyat
masasına yatırılır, din, dil, ırk ve etnik krokisi çıkartılır.
Zaten halkı yönetecek kişiler daha önceden belli eğitimlerden
geçirilerek hizmete hazır hale getirilmiştir. Tüm bunların hepsi
bir çırpıda yapılacak şeyler değildir. Emperyalizm sabırlıdır
ve hedefe oturtduğu ülkeye uzun yıllar zaman ayırarak, oltanın
ucundaki yemi kapacak balık kıvamına getirir. Bunun için o ülkede
tehlikeli gördüğü herşeyi kendi hedefleri doğrultusunda
değiştirir. Eğitim sistemi, ordusu, milli değerleri erozyona
uğratılır. Sınır komşuları ile ilişkileri bozulur ve bölgede
yalnızlaştırılır. Toplum saç telinden ayak parmaklarına kadar
ayrıştırılır ulusal birlik bozulur. Medya, halk arasında ki bu
ayrışmayı artırmak için düzenli yayınlar yapar. Halk planlı
hazırlanan programlarla hem bilinçsizleştirilir hemde
kutuplaştırılarak düşman hale getirilir. Emperyalizmin
güdümünde hareket eden sivil toplum kuruluşları, siyasiler,
sözde aydınlar kendilerine verilen görevi eksiksiz yerine getirir.
Ulus devlet yapısı çözülmeye başlar ortaya ırk ve mehzep
merkezli küçük çıbanlar çıkar. Bu çıbanlar zamanla beslenir
ve büyümesi sağlanır. Bu şekilde hedef ülkenin sosyal,
toplumsal ve kültürel yapısı ele geçirilir.Ve tüm bu unsurlar
zamanı geldiğinde sahneye çıkarak kendilerine verilen görevi
yerine getirir.
Türkiye'nin
sancılı yapısını doğru analiz edebilmek için 1938 'den
günümüze kadar sürecin iyi bilinmesi önemlidir. Daha doğrusu
adım adım emperyalizm tarafından nasıl kuşaltıldığımızı
öğrenmeliyiz. Zira eksik bilgi ile günümüz olaylarını doğru
analiz yapmamız zorlaşır.
Yukarıda
taslak olarak anlatmaya çalıştığım bu olay örgüsünün
doğurduğu nedenler ve sorunlar, tanıtımını
gerçekleştireceğimiz Mithat Akar'ın 'Türk ve Amerikan Savaşı
ve 15 Temmuz' isimli kitabınında temel konusunu
oluşturmaktadır. Yazar, 'ABD Emperyalizmi ve dışa bağımlılık'
, 'Terörle mücadele ve milli güç' ve '15 Temmuz iç
savaş ve işgal girişimi' olmak üzere üç bölüm altında
yaptığı durum analizlerini okuyucu ile paylaşıyor.
15
Temmuz gerçekte nedir? 15 Temmuz'un arkasında ki büyük resmi görebiliyor muyuz?
Yazar
kitabında Türkiye'nin 15 Temmuz'a geliş sürecini inceliyor.
Birinci
bölüm olan 'ABD Emperyalizmi ve dışa bağımlılık' da;
Bağımsız Türkiye Cumhuriyetine tehdit oluşturan, Truman
Doktrini ve Marshall Planını, eğitim sistemimizi
ABD'nin güdümüne sokan Fulbright eğitim anlaşması ve
enstitüleri ile gelecek nesillerimizin hedef tahtasına
oturtulduğuna değiniyor. Sevr'den BOP'a sömürge yönteminde de
Türk-Amerikan savaşına genel bakış açısını sunarak, Nato
üzerinden yürütülen operasyonları okuyucuya aktarıp Türkiyenin
işgal edilişini ortaya koyuyor. Özellikle bu bölümde ele alınan
Truman Doktrini, Marshall Planı ve Fulbrigt eğitim anlaşmasının
önemini çok iyi kavramak ve Türkiye'yi nasıl bir çıkmaza
sürüklediğini görmek çok önemlidir.
Akar,
durumu doğru analiz edebilmek için 1947 yılında Türkiye'yi
bölgede Sovyetlere karşı kullanmak amaçlı ABD tarafından Sovyet
tehdidine karşılık yaptığı Truman Doktrini planını ele
alarak başlamaktadır. Türkiyenin bağımsızlığına tehdit
oluşturan bu anlaşma ile ABD, Türkiye'ye 152.5 milyon dolar
yardımda bulunuyor. Fakat bu yardımın arka planında yapılan
anlaşmalarda Türkiye ABD'ye bağımlı bir devlet haline
getiriliyordu. Örneğin bu yardımın ağır sanayide kullanımı
yasaktı, Milli eğitimde ABD söz sahibi yapılıyor ve Amerikan
eğitim modeli ile toplum kontrol edilebilir hale getirilmeye
çalışılıyor ve halk medyanın devreye girmesiyle ABD'yi sevmemiz
gerektiğine inandırılıyordu.
İkinci
bölümünde; 'Terörle mücadele ve milli güç', başlığı
kapsamında günümüz sorunlarını daha doğru anlamamıza katkısı
olacak değerlendirmelerde bulunuyor. Aslında yıllardır gerek halk olarak gerekse TSK olarak yaşanan sorunlar çok iyi bir anlatılmış. Bunun yanı sıra çözüm
önerilerininde altını çizerek okuyucunun ilgisini bu noktaya
çekmeye çalışıyor. Zira yaşanılan bu kaos ortamında çaresiz
bireylerin çoğaldığını ve bu çaresizliğin 'insanı'
ne olursa olsun noktasına getirerek yenilgiyi kabul ettiren,
bezdirme yöntemininde başka bir psikolojik savaş yötemi olduğunu
göz ardı edemeyiz.
Bu
bölümde terörün ne amaçla yaratılıp, beslendiği örneklerle
anlatılıyor. Terörün neden tırmandırıldığı, büyük
şehirlerde patlatılan bombalarla toplum içinde iç huzuru bozma ve
korkutma ile baskı altına tutmak, ortadoğuda emperyalizm
tarafından yani suni nedenlerle yaratılan savaş ortamını
irdeleyerek tüm bunların ve güneydoğuda yaratılan, güçlendirilen
ve kontrol altında tutulan terörün aslında yüz yıldır
bitmeyen bir hayale hizmet ettiğini gösteriyor.
Özellikle
Türkiye'de toplumun bilmesi gereken ve ülkenin geleceğine tehdit
oluşturabilecek hayati önemi olan pek çok anlaşma veya yasanın
toplumdan kaçıralarak kabul edildiği yasalaştırıldığı bir
gerçektir. Bu yasalardan en önemlilerinden biri olan 'İkiz
yasalar' ın ihtiva ettiği tehlikenin boyutları uluslararası
tehdit adı altında anlatılıyor kitapta. İkiz yasaların ne
anlama geldiği ne acıdır ki toplumumuz tarafından yeteri kadar
bilinmemektedir. İkiz yasaların ne olduğunu burada değinmenin
önemli olduğuna inanıyorum.
'Türkiye'nin
34 yıl boyunca imzalamadığı ve 2000'de Ecevit, Bahçeli,Yılmaz
hükümeti tarafından imzalanan İkiz yasalar, 2003 yılında Ak
parti hükümeti tarafından onaylandı.
İkiz
yasalar sözleşmesine göre;
a)
Bütün halklar kendi kaderini tayin hakkına sahiptir. Bu hak
vasıtasıylşa halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin
edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe
sürdürebilir. (Siyasi özerklik)
b)
Bütün halklar, ...doğal kaynakları ve zenginlikleri üzerinde
kendi yararına serbestçe tasarrufta bulunabilir. Bir halk sahip
olduğu maddi kaynaklardan hiç bir koşulda yoksun bırakılamaz.
(Ekonomik denetimin merkezi olmaktan çıkarılması)
- ...bu sözleşmeye taraf bütün devletler, kendi kaderini tayin hakkının gerçekleştirilmesi için çaba gösterir ve Birleşmiş Milletler şartının hükümlerine uygun olarak bu hakka saygı gösterir denmektedir.
Yani
Güneydoğuda gerçekleşecek olası bir ayaklanma, bu sözleşme ile
'meşru' zemine oturtulmaktadır. Emperyalizm bu anlaşmayı
gerekçe göstererek Türkiye'ye müdahale edebilir.
Hatırlayınız
avrupanın mutlu ülkesi Yogoslavya'nın iç dinamikleri ile nasıl
oynandığını ve bu yasayla işgal edildiğini. '
Kitabın
son bölümüde olan '15 Temmuz iç savaşı ve işgal girişimi'n
de yazar size sunduğu tüm bilgileri bir kez daha süzgeçten
geçirerek gerçek resmi görmenizi sağlıyor. Bunu yaparken diğer
bölümlerde eksik kalan noktaları bu bölümde tamamlıyor. Örneğin
TSK'nın itibarsızlaştırılması, kıbrıs ve ege, BOP gerçeği,
ABD'nin Türkiye planı, 80 darbesi gibi kritik konular hakkında
bilgiler verilerek 15 Temmuz'un ne olduğunu ortaya konuluyor.
15 Temmuz; ABD merkezli planlanan, özellikle stratejik hata ve açık
veren, TSK'nın etkinliğini zayıflatmak isteyen kuvvetler
tarafından gerçekleştirilen, 'Askeri bir darbe' değil
bilakis'Türk Askerine' yapılan bir darbedir.
Darbenin kahramanları yani 15 Temmuzu gerçekleştirenler, Ergenekon
ve Balyoz darbesi ile tasfiye edilen komutanların yerine geçenler
tarafından gerçekleştirilmiştir. Yani Ergenekon ve Balyoz
olmasaydı 15 Temmuz'da olmayacaktı. Türkiye'de hiç bir olay tek
başına bağımsız bir şekilde ele alınmamalıdır. Çünkü her
olay önceki bir olayla bağlantılıdır.
Türkiye'de
bu kitapta yer alan bilgilerden habersiz milyonlarca insanın var
olduğu bir gerçektir. Bu ve buna benzer kitaplar ne kadar çok
okunursa bilgi seviyemizde ona göre artacak ve güncel siyaseti ve
oynanan oyunları daha doğru analiz yaparak anlamamız
kolaylaşacaktır. Zaten Mithat Akar
son sayfada sunduğu kaynakça bölümünde faydalandığı önemli
isimlerin kitaplarını görebilirsiniz. Kaynakça olarak sunulan bu
kitapların aslında her birinin okunması gereken çok önemli
kitaplardır. M.Emin Değer'in Oltadaki Balık Türkiye, başarılı
araştırmacı gazeteci yazar Banu Avar'ın kitapları gibi daha pek
çok başarılı ismin günümüze ışık tutan kitapları okunmalı
ve okutulmalıdır.
Okudukça
bilgileneceğiz, bilgilendikçe bu oyunlardan, prangalardan,
tuzaklardan kurtulacağız. Hep okumanız ve okutmanız dileğiyle.
14
Aralık 2017 Heidelberg
16 Kasım 2017 Perşembe
Zübeyde'nin Sarı Paşası Atatürk 2 Prof. Dr. Kemal Arı Bir Kitap Bin İnsan
Zübeyde'nin Sarı Paşası Atatürk 2 Prof. Dr. Kemal Arı Bir Kitap Bin İnsa
Bazı kitaplar vardır her yaş grubuna, görüşü, inancı her ne olursa olsun herkese rahatlıkla tavsiye edebileceğiniz ve yine her yaş grubuna rahatlıkla hediye olarak alabileceğiniz kitaplardır bunlar. Ve bu kitapları sıkılmadan, ara vermeden bir solukta okumak isterseniz. Prof Dr Kemal Arı'nın Eylül sonunda kitap raflarında iki cilt ve özel bir kutu içinde yerini alan Zübeyde'nin Sarı Paşası Atatürk 1 ve 2, bu tarz bir kitap. Kitabın içeriğinde Mustafa Kemal Paşam olunca kitap ayrı bir anlam ve değer kazanıyor. İlk kitap için yazdığım bu giriş paragrafını ikinci kitap içinde yazmanın önemli olduğunu farkettim. Zira her iki kitapta okunması gereken önemli bir kitap.
Sarı Paşam kitabının ilk cildi Zübeyde hanım'ın vefatı ile başlarken, kitabın ikinci cildi ise Atatürk'ün ebediyete intikal edişiyle başlıyor. İnsan satırları okurken iki damla yaşın bir tüy gibi süzülüp düşmesine engel olamıyor. Mustafa Kemal emperyalizme karşı verdiği mücadelede başarılı olmuş ve her karış toprağı işgalcilerden kurtararak bizler bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti armağan etmiştir. Bu kitap Cumhuriyet döneminden günümüze bazı kesimler tarafından kasıtlı bir şekilde Atatürk'e ve onun dev eseri Türkiye Cumhuriyetine yapılan haksız suçlamaları yani doğru diye anlatılan yanlışların gerçekte ne olduğunu anlatan bir kitap. Neyi bilmediğimiz hakkında hiç bir fikrimiz yok. Bu kitap ile Kemal Arı yanlışlarımızı bir öğretmen edasıyla düzeltiyor.
Peki nedir bu yanlışlar. Yazar ilk ele aldığı hikayede İskilip Atıf hoca ile bilinen yanlışları anlatıyor. Bildiğiniz gibi İskilipli Atıf Hoca belli bir kesimin yani Cumhuriyet ve Atatürk karşıtı olan düşüncenin simgesi haline getirilmiş ve şapka devrimine karşı çıktığı için idam edildiğini iddia edilmektedir. Yazar bu makalesinde bu konuya açıklık getirmiş ve İskilipli Atıf Hoca'nın neden idam edildiğini anlatıyor. İskilipli Atıf Hoca rüyasında Hz Muhammed'i gören ve onunla konuşan biridir. İstanbulda vaazlar vermeye başlar ama hakkında bazı suçlamlara yapılınca döenmin Seyhülislamı tarafından bodruma sürülür. İkinci meşritiyetin ilanından osnra İstanbul'a geri döner. 31 Mart gerici ayaklanmasına katıldığı tespit edilir ve tutuklanır. 1913 de dönemin harbiye bakanı Mahmut Şevket Paşa öldürülür. O bu cinayette sorumlu tutulur ve ve Sinop'a sürülür. 1918 de Birinci dünya savaşı bitiminde , o, Mustafa Sabri ve Said-i Nursi ile birlikte müderrisler derneğini kurar. Sonra bu dernek adı 'İslam Teali Cemiyeti' olarak değiştirilir. Derneğin başkanlığını yapar İskilipli Atıf Hoca. İslam Teali Cemiyeti Anadolu'da İngilizlerle ortaklığa giderek şeriatçı bir devlet kurmak istiyordu. Mustafa Sabri aynı zamanda İngiliz Muhipler Cemiyetinin de üyesiydi. Anadoluda ulusal savaş başladığında ulusal savaşa karşı çıktılar. Padişah Vahdettin ve Mustafa Sabri ortaklaşa 'Atatürk'ün ve Anadolu'da emperyalizme karşı direnenlerin öldürülmesinin dinsel bir görev olduğunu belirten fetvayı yazdılar. İskilipli Atıf Hoca başkanlığında İslam Teali Cemiyeti bir bildiri yazarak, Yunan uçaklarıyla Anadolu'ya dağıtıldı. Bu bildiride, Atatürk için Selanik dönmesi, yankesici, fitneci, hain, haydut, alçak,melun,cani,zalim, hırsız, canavar gibi ifadeler kullanılıyordu. Ayrıca Almedar gazetesinde yazdığı yazıların birinde şunları söylüyordu.
' İslam kilidinin anahtarını, İngiltere'nin eline teslim etmekte İslam için bir tehlike yoktur!'
Kısaca İskilipli Atıf Hoca bu. Daha fazlası için bu kitabı okuyabilirsiniz.
Kitapta ele alınan konu sadece İskilipli Atıf Hoca olayı değil, Bunun yanı sıra yine belli çevrelerce gerçeği yansıtmayan açıklamalara tanıklık ettiğimiz Atatürk'ün Mal Varlığı'nı, İsmat Paşa Camileri kapattı iftiralarının asıl gerçeği, Çakma tarihçiye yanıt yazısında Atatürk ve manevi kızı Afet hanım a yapılan iftiralara son noktayı koyuyor yazar. Ayrıca Atatürk çakma Napolyon'muş, derin tarih olarak hayatımıza giren ve hergün yeni bir saçmalığı gündeme taşıyan tarihçilerin kaynak olarak gösterdiği Rıza Nur kim olduğunu okuyabileceksiniz. Cilt 2 de son dönemde Atatürke yapılan haksız saldırı ve iftiralara karşı verilen en güzel cevap niteliğinde bu kitap.
Neyi bilmediğimiz hakkında hiç bir fikrimiz yok. Okumadan araştırmadan atıp tutuyoruz. Belkide bu sebep yani törpülenmemiş cehaletimiz tüm problemlerin kaynağı. Oysa okumakla aşılabilir bütün sorunlar. Cahil kaldıkça bir kısır döngü içinde dönüp duracağız ve bu şeklide daha kolay yem olacağız emperyalizme. Atatürk'ün bizlere armağan ettiği Türkiye Cumhuriyetine yakışır bireyler olabilmek için kitap okuyalım ve okutalım. Kitap karanlıklara hapsedilmiş toplumları aydınlatacak tek meşaledir.
Yazar Atatürk Yeniden Keşfedilecek makalesinde gerek ülkemizde gerekse ortadoğuda kurtuluşun Atatürk'ün yeniden keşfedilmesiyle mümkün olacağının altını çiziyor. Sizcede haklı değil mi?
16 Kasım 2017
Heidelberg
2 Kasım 2017 Perşembe
Zübeyde'nin Sarı Paşası Atatürk 1 Prof. Dr. Kemal Arı Bir Kitap Bin İnsan
Zübeyde'nin Sarı Paşası Atatürk Cilt 1
Prof. Dr. Kemal Arı Bir Kitap Bin İnsan
Bazı kitaplar vardır her yaş
grubuna, görüşü, inancı her ne olursa olsun herkese rahatlıkla
tavsiye edebileceğiniz ve yine her yaş grubuna rahatlıkla hediye
olarak alabileceğiniz kitaplardır bunlar. Ve bu kitapları
sıkılmadan, ara vermeden bir solukta okumak isterseniz. Prof Dr
Kemal Arı'nın Eylül sonunda kitap raflarında iki cilt ve özel
bir kutu içinde yerini alan Zübeyde'nin Sarı Paşası Atatürk 1
ve 2, bu tarz bir kitap. Kitabın içeriğinde Mustafa Kemal Paşam
olunca kitap ayrı bir anlam ve değer kazanıyor.
Kitap Prof. Dr. Kemal Arı'nın belli
dönemlerde kaleme aldığı yazılardan oluşuyor. Bu yazıların
ortak özelliği ise Mustafa Kemal paşam ve onun büyük eserine
ait. Kitabın ismi her ne kadar Zübeyde'nin Sarı Paşası Atatürk
olsada kitap Zübeyde hanımın oğlu olan Mustafa Kemal Atatürk'ün
Emperyalizmle mücadele ederek nasıl bağımsız çağdaş bir
Türkiye Cumhuriyeti yarattığını kurtuluş savaşı kronolijisi
takip edilerek anlatılıyor. Yazar Atatürk için; 'O, vahşi ve
ırkçı kapitalizmin şahlandığı bir zaman diliminde ve tarihsel
evrede, ulusuna önderlik ederek, emperyalist saldırıları öz
yurdunun topraklarında yenmeyi başarmış büyük bir kahramnadır'
diyor.
Zübeyde'nin Sarı Paşası Atatürk cilt 1, kitabının ilk hikayesi Zübeyde hanım'ın ölümünün Atatürk'e
haber verilmesi ile ilgili. Zübeyde hanım ağır hastadır ve umut
yok gibidir. İzmir'den gönderilen şifreli telgraf çözüldüğünde
durumu Gazi'ye nasıl anlatılacağı telaşı başlar, Atatürk
durumu anlar ve 'Annemin öldüğünü biliyorum' der. Hikaye Zübeyde
hanım ile oğlunun arasında hep özlem olduğunu anlatır. Zübeyde
hanım hiç istemezdi oğlunun asker olmasını ama Mustafa'nın
isteğine de karşı gelmeyi hiç düşünmedi. Ve 15 yaşında
Manastır Askeri Lisesine girer Mustafa ve Zübeyde hanımın ölümüne
kadar hiç bitmeyecek olan özlemi başlamış olur bu şekilde.
Dile kolay bir ülke kurtaracak bu yiğit.
Atatürk'ün Manastır askeri
lisesinden cumhuriyetin kuruluşuna kadar geçen dönemlere ait
toplumu ilgilendiren ve her biri bilinmesi gereken kahramanlık
hikayeleri mevcut kitapta. Örneğin pek bilinmeyen Albay Reşat
Bey'in intiharı. Neden ve niçin intihar etmiştir Albay Reşat bey,
Çiğiltepe'nin isimsiz kahramanıdır Albay Reşat, Çiğiltepe'nin önemi ve Albay Reşat'ın unutulmaması gereken bir kahraman olduğunu
öğrenebileceksiniz bu hikayede. Bu arada Albay Reşat bey Türk
yazar şair ve devlet adamı Ziya Paşanın oğludur. Kitapta ismi
geçen kahramanlardan sadece biridir Albay Reşat bey, İzmir'in unutulan
fatihi Yüzbaşı Şerafettin, Antep'in kahramanı kara yılan,
Çanakkaleyi geçilmez yapan isimsiz kahramanlar, düşmana Sakarya'da
geçit vermeyerek, Ankara'ya ulaşmalarına izin vermeyen ve adım
adım ve ölümüne düşmanın üzerine yürüyerek işgal ordularının
İzmir de denize döken sayısız kahramana adanmış özel bir
kitap. İlk paragrafda belirttiğim gibi bu kitap herkese her kesime
hitap ediyor.
Bu kahramanları bilmeyenler yanlış bir tarihi
bizlere sunuyor ve sunulan bu yanlış tarihi gerçek sanarak
inanıyoruz. Arı, bazı hikayelerde de bu kasıtlı yapılan yanlış
tarih ile kandırılmak istenen halkımıza olayı doğru anlatarak
bilgilendirme görevi üstleniyor. Örneğin Selanik belediye
başkanının Atatürk'ün doğum yerinin bilinen ev olmadığını,
langaza'da doğduğunu belirten yanlış bilgilendirmenin kafa
karıştırmak ve bu haberlerin doğruluk payının olmadığını
asıl amacının Atatürk ile ilgili bilinen gerçekleri yok ederek
kafa karışıklığına neden olmak olduğunu belirtiyor. Yine buna
benzer 40 bin altın masalı ilede belli bir kesimin inatla Mustafa
Kemal Atatürk'e çamur atma telaşında olduklarını göstererek
olayın gerçeğini okuyuculara aktarıyor. Ayrıca Birinci İnönü
savaşı olmadı, Lozan bir hezimettir gibi Türk toplumunun kurtuluş
savaşından ve devamında bağısızlığını simgeleyen önemli
günlerin ve olayların tarihi hiç bir delili olmadan gerçeklikten
uzak, aklı izahı bulunmayan savlarla yok edilmek istenmesinin önüne
geçerek mevcut yanlış bilgileri birer birer çürütüyor. Cehalete karşılık bilgiye kanıtlarla yok ediyor bu asılsız iddiaları.
Okumanız ve okutulmasına destek
vermeniz gereken önemli bir kitap 'Zübeyde'nin Sarı Paşası
Atatürk cilt 1' kitabı. Yaklaşan önemli günlerde sevdiklerine
armağan edebileceğiniz çok değerli bir kitap. Zübeyde'nin Sarı
Paşası Atatürk'ün, aklını, cesaretini, ileri görüşcülüğünü
ve vatan sevgisini her zaman ön planda bulundurarak emperyalizmi
nasıl dize getirdiğini ve enperyalizmin bu topraklar üzerinde ki
emellerine kavuşma izni vermediğini ve çağdaş tam bağımsız
bir Türkiye Cumhuriyeti kurduğunu göreceksiniz. Atatürk'ün
bilgi, azim ve kararlılığına saygımız sonsuz.
Emperyalizm demişken Atatürk'ün
ABD'li General Harbord ile görüşmesindeki şu anlamlı konuşmayı
aktarmamak olmaz diye düşünüyorum.
General Harbord 'Bir milletin
intiharına mı şahit olacağız' düşüncesiyle Anadolu'ya gelir ve
incelemeler yapar. Amacı Anadoluda Amerikan mandası kurulup
kurulamayacağıdır. Kendisine verilen ermeni bir çevirmeni ret
eder ve Türk asıllı bir çevirmen ister. General Harbord Sivas'ta
Atatürk ile buluşur.
Harbord; 'Tarihinizi okudum. Çok
büyük işler yapmışsınız... Ancak şu an ki halinize bakalım.
Her taraftan sarılmış durumdasınız. Zaman zaman insanların
intiharına şahit oluyoruz; şimdi de bir milletin intiharına mı
şahit olacağız?'
Bu konuşma
esansında Mustafa Kemal Aatatürk gerilir ve elinde ki tespihin ipi
kopar ve tespihin taneleri yere dağılır. Mustafa Kemal Paşam
eğilir ve tespih tanelerini toplamaya başlar ve bir yanda da
konuşur.
'Sayın general! Bu millet,
emperyalistlerin kirli çizmelerinin altında ölmektense kendi öz
evladının kollarında ölmeyi yeğler. Bu bizde milli bir ananedir.
Ama ben onu öldürmeyeceğim; bu tespih tanelerini topladığım
gibi, ondan bir bütün yaratacağım ve zafere ulaştıracağım. Ya
İstiklal Ya Ölüm'
General harbord bu
söz karşısında söyleyecek söz bulamaz yerinden kalkar kapıya
doğru gider. Kapıdan çıkmak üzereyken, döner ve şunları
söyler:
'Sizi kutlarım... Bizde olsak,
bizde aynısını yapardık!'
Değerli dostlar
yaşadığımız topraklar küresel çetelerin kirli oyunları ve
emelleri için hallaç pamuğu gibi karmakarışık hale
getirilmektedir. Çıkar ve menfaat savaşı yaşanmaktadır. Bu bir
savaştır. 3. dünya savaşıdır. Açlık çeken kapitalizm
midesini doldurabilmek için bölgenin zenginliklerini ele geçirme
savaşıdır. Bu kaostan bu sonu belirsiz kargaşadan kurtulmanın
tek yolu Mustafa Kemal Atatürk'ü yeniden keşfetmek ve yeniden
doğru anlamakla mümkündür. Kurtarıcıyı uzaklardan aramaktan
ziyade bize bağımsız bir ülke bırakan Mustafa Kemal Paşamdır.
Kurtuluş reçetesi Mustafa Kemal Atatürk'ün fikirlerinde
bulabiliriz. Mustafa Kemal Atatürk doğru anlamaya ve doğru anlatmaya mecburuz.
2 kasım 2010
Heidelberg
12 Ekim 2017 Perşembe
Mental Mimar, Seyitali Erbektaş, Bir Kitap Bin İnsan
Kitap başlığı, kitabın okuyucunun
gözünde ilgi çekmesinin en önemli adımıdır. Kitabın
albenisidir ve kitabın doğru okuyucu kitlesine ulaşmasında önemli
bir etkendir.
Nlp uzman ve eğiticisi olan değerli
dostum Seyitali Erbektaş'ın yeni çıkan kitabı için verdiğim
ilk tepki başlığın çok doğru ve ilgi çekici olduğudur. Zaten
kitabı okuyunca bunu çok net anladım.
Burada modern dünya ile ilkel dünya
insanını kısa bir kıyaslama yaptığımızda, ilkel dünya da bu
kadar fazla olmayan insan ihtiyaçlarına rağmen insanların daha
kıt kaynaklarla daha paylaşımcı, daha mutlu, daha çok biz
dugusuna hakim, daha çok bireysel, teke tek ve sıcak ilişkiler
kurarak hayata daha olumlu yaklaşımlar sergilediğini
söyleyebiliriz. Yani ihtiyaçlar kıt olunca atıl kalan zamanı
insanlar toplumsal ilişkilerinin güçlenmesinden yana kullanıyor.
Modern dünyanın insanı ise artan ihtiyaçlar karşısında
herkesin sahip olduğunu kedisininde elde edebilmek mecburiyetinde
hissediyor. Bunu gerçekleştirmek için daha fazla çalışıyor,
yoruluyor ve kişinin çevresi ile olan iletişimi bir takım
sektelere uğruyor. İnsan kendine zarar veriyor ve kendini farkında
olmadan anlaşılmazlığın içindeki anlaşılmazlığın pençesine
kaptırıyor. Tüm bunlara sanal alemin dayanılmaz aldatıcılığınıda
ekleyince kişinin kimyasal tepkimeleri, ruhsal, içsel ve sosyal
bazda çatışmalara maruz kalıyor ve zarar görüyor.
Mental Mimar sanayi toplumlarında ve
günümüz insanlarında gözlemlenen tekdüze insan modelinin
yarattığı psikolojik çöküntülerin nasıl tamir edilebileceği
ile ilgili bir kitap.
Hemen hemen hepimizin karşılaşabileceği
gündelik sorunlarla nasıl baş edelebileceğine dair yöntemlerler
sunuyor. Bilinç altında sağlam bir geçmiş oluşturmanın insanın
geleceğinde atacağı adımların sağlam adımlar olacağının
göstergesi bu kitap. Karşılaşılan zorluklar karşısında pes
etmeyerek aklın gücüyle yani mantıkla hareket edildiğinde yapıcı
kararlar alınabileceğini ve karşılaşılan güç durumdan zarar
almadan çıkalabileceğinin mümkün olduğunu göreceksiniz.
Pozitif düşünceyle daha kolay mutlu olabilmek ve yaşamı daha
eğleceli ve yaşanabilir bir hale getirmek mümkün. Adım adım
sizi güçlü olmanıza ve ben bunu başarabilirim dedirtebilecek bir
kitap Mental Mimar. Her insan kendisinin Mental Mimarı dır. Fakat
bunun farkına varabilmek ve içimizde bu özelliği ortaya
çıkartabilmek için bu kitaba göz atmak yeterli. Seyitali
Erbektaşın yöntemlerini doğru uygulayarak yaşamdan muutlu
bireyler olabiriz.
5 Ekim 2017 Heidelberg
Bornova ve Balkanlardan Göç, Prof. Dr. Kemal Arı, Bir Kitap Bin İnsan
Bornova ve Balkanlardan Göç, Prof.
Dr. Kemal Arı, Bir Kitap Bin İnsan
Batı, ülkemize dayattığı
reformlarla, çözüm önerileriyle Sevr'i aratmayan istekleriyle
Türkiye'nin bağımsızlığını tehlikeye atmaktadır. İç
meselelerimize karışmaktan kendini alıkoyamayan Batı, bugün
nasıl başımıza çözümü zor işler açıyorsa, bunun
örneklerini, trajedilerini geçmişte de görmek mümkün. Kitap,30
Ocak 1923'de Lozan anlaşmasında aslen Norveçli olan Dr. Nansen'in
(Nansen Viyana mason locasına bağlıdır.) İngiliz hükümeti için
hazırladığı Yunanistan'daki müslümanlar ile Anadolu'da yaşayan
Ortodoksları kapsayan yani dinin esas alındığı ve sözde
dahiyane fikri Mübadelenin (zoraki göç) İzmirin güzel ilçesi
Bornova'daki olumlu olumsuz etkilerini ele alıyor.
Düşünün doğup büyüdüğünüz,
yaşamınızı idame ettirdiğiniz topraklardan bir gün sizlerle hiç
ilgisi olmayan bazı kravatlı adamlar sizi zoraki bir göçe tabi
tutuyor. Alınan bu karar yaklaşık 2 milyon insanın iki ülke
arasında göç etmesine neden oluyor. Yaşanan sıkıntılar,
acılar, ayrılıklar, var olmakla yok olmamak arasında ki yaşam
mücadelesi, kaybolan insanlar, birbirini kaybeden, parçalanan
aileler ve gidilecek ülkede sizi bekleyecek olan büyük
belirsizlik. Mübadele, hayatınızı kör bir baltayla aniden
kesmek ve yeni bir coğrafyada ayakta tutunabilme savaşıdır.
Arı, 15 Mayıs 1919 günü İzmir'in
Yunanlılarca işgal edildikten sonra bölgede yaşayan Türklere ve
müslümanlara şiddet uygulanarak, bilinçli bir şekilde
Müslümanların bulundukları yerlerden göçe zorlandığını
anlatıyor. Bunun nedeni Ege bölgesinde Rum-Ortodoks nüfusun
Türkler'e göre çoğunlukta olduğunu kanıtlamak ve meşhur
Wilson ilkerei uyarınca, bölge insanının kendi kaderini belirleme
hakkının elde edebileceği ve bir İyonya devleti kurulabileceği
hesaplandığını belirtiyor. Günümüzde Ortadoğu'da yapılan göç
dalgasına da bu gözle bakmamız gerekmiyor mu sizce?
Arı, bu kitabıyla Zoraki göç
mübadele kapsamında Bornova gelen ve yerleşen mülümanların
şehirde iskan edilme aşamaları, şehre alışmaları, kültürlerin
kaynaşması, şehre uyum sorunu gibi temel konular üzerine gerçek
yaşamdan tanık ve belgelerle okuyucuya aktarmaya çabasında. Bu
uyum sürecinin kolay olmadığını, Rumlar dan kalan taşınmazların,
taksiminde kurulan komisyonların bu konuda sağlıklı çalışmalar
yapamadığını ve bu durumun art niyetli kişillerce suistimal
edildiğini öğreniyoruz.
Mübadele bilindiği gibi sadece
Bornova ilçesine gerçekleştirilmedi fakat bu kitabı okuduğunuzda
mübadillerin yerleştirildiği diğer şehirlerde ne kadar çok ve
benzer sorunlarla karşı karşıya kaldıklarını anlayabilirsiniz.
Belki bu nedenledir ki Batılılar tarafından alınan bu yanlış
kararın neredeyse 100 yıllık bir süre geçmesine rağmen hala
taze ve hala kapanmayan yaraları varlığı ile karşı karşıyayız.
Mübadele Batı'nın dayattığı ve
milyonlarca insanın hayatını felçe uğramasına neden olan bir
karardır. Günümüzde Batı için yanıp tutuşanlar ve hayranı
olanların Batı'nın dar zihniyle bizler için aldığı kararların
sakıncalı olabileceği gerçeğini artık görmeliler.
10 Ekim 2017 Heidelberg
28 Eylül 2017 Perşembe
ÜÇÜNCÜ KILIÇ İzmir'in Kurtuluşu ve Yüzbaşı Şerafettin Kemal Arı Bir Kitap Bin İnsan
ÜÇÜNCÜ KILIÇ İzmir'in Kurtuluşu
ve Yüzbaşı Şerafettin Kemal Arı Bir Kitap Bin İnsan
Memleketimin asil kızı,
Cumhuriyetimin de ak yüzüdür İZMİR. 9 Eylül 1922 sadece
İzmir'in kurtuluşu mudur sizce? Elbette değil bilakis şanlı Türk
ordusunun büyük bir cesaretle ve yokluklarla Batı emperyalizminin
karşısında kazandığı büyük bir onur ve başarıdır.
Tarihimiz unutulmaması gereken kahramanlarımızla doludur. Bu
kahramanların asla unutulmaması gereklidir. Haşa unutma evresinde
girdiğimizde asırlarca ülkemizi yok etmek isteyen Batı amacına
bir adım daha yaklaşır. Bu kitap unutulmuş bir kahraman olan
Yüzbaşı Şerafettin'i bizlere bir kez daha hatırlatıyor ve
unutlmaması gerektiğinin altını çiziyor.
Türkiye ve İzmir yıllar sonra Prof.
Dr Kemal Arı'nın ÜÇÜNCÜ KILIÇ İzmir'in Kurtuluşu ve Yüzbaşı
Şerafettin kitabıyla tanıyor gerçek bir kahramanını. Arı,
yalın anlatımıyla tarihte yok olmak üzere olan bir kahramanı
yeniden diriltmeye çalışıyor bu kitabında. Bunu yaparken zengin
bir belge ve fotoğraflarla, yanlış bilgileride deşifre ederek
sunuyor ve doğruyu göstermeye çalışıyor bize.
Kitap sadece Yüzbaşı Şerafettin'in
hikayesi değil bilakis büyük taarruzdan,
İzmir'in kurtuluşuna kadar ve İzmir'in işgalininde ne kadar
kanlı olduğunu anlatıyor. Hatta günümüze kadar süren bir
tarihi yok etme, değiştirme dalaverelerini ve tarihi
kahramanlarımıza karşı büyük bir vefasızlığı gözler önüne
seriyor. Bir kentin yok edilen tarihi ve tarihinden uzaklaştırılan İzmir'i okuyacaksınız bu kitapta.
Kitaba kısaca değinmek gerekirse.
Kurtuluş savaşımızın en yakın takipçisi ve destekçileri olan
Buhara Cumhuriyeti (bugünkü Özbekistan) , İstanbul hükümeti
yerine Ankara hükümetinin yanında yer almış hatta bazı
gönüllüler kurtuluş savaşımızda destek vererek gönüllü
olarak Türk ordusunun yanında savaşmışlardır. Buhara
Cumhuriyeti biri Mustafa Kemal Paşa, biri İsmet paşa ve biri de
İzmir'e girecek olan Subaya verilmek üzere üç kılıç ile
çeşitli değerli hediyeler ve para yardımı yapar. Üçüncü
kılıç sahibini beklemeye başlar. Batı Anadolu 15 Mayıs 1919 da
yunanlılar tarafından işgal edilir. Anadolu yunan postalları
altında ezilmekte ve yunan orduları Bursa, Eskişehir, Kütahya ve
Afyonu ele geçirir. İşgal kanlıdır, köyler yakılır insanlar
acımasızca öldürülür taş üstünde taş bırakılmaz. İzmirin
işgali kadar geri alınmasının ne kadar kanlı olduğuna dair
dipnotlar sizi bekliyor bu kitapta. Başkumandanlık Meydan
Muharebesiyle Yunanlılar geri püskürtülmeye başlar, yunanlılar
İzmire doğru geri çekilirken yine yağmalar, yakar ve öldürür.
Yunalıları kovalayan taburlardan birinin komutanıdır Yüzbaşı
Şerafettin. Günlerce at üstünde diğer silah arkadaşlarıyla
birlikte düşmanı anadolu topraklarından çıkarmayı başarır.
Tarih 9 Eylül 1922 yi gösterdiğinde Yüzbaşı Şerafetinin taburu
İzmire girer ve hükümet konağında asılı bulunan yunan bayrağı
indirilerek yerine Türk bayrağı çekilir.Yüzbaşı Şerafettin
İzmirin fatihi ilan edilir. Üçüncü kılıç kendisine hediye
edilir. İzmir kurtulmuş ve bir kahramana sahip olmuştur. Tüm yurt
ve yabancı basın bu önemli anı ve Yüzbaşı Şerafettini ve Türk
ordusunun başarısını konuşmakatdır. Kitap belli bir sayfaya
kadar insanın milli duygularının kabarmasına neden oluyor. Bir
yüzbaşının nasıl bir anda bütün bir halkın kahramanı
olduğunu ve ardından yavaş yavaş unutulduğunun anlatıldığı
sayfalara geldiğinizde ise yutkunmakta zorlanıyorsunuz. Bir
kahramanın İzmir'i kurtarırken patlayan bombanın etkisiyle aldığı
yaralar sonucunda sağlığının nasıl bozulduğunu, ikinci
bebeğini kaybetmesi, hastalığı nedeniyle erken emekliye ayrılmak
zorunda oluşu, maddi sıkıntılar, eşini kaybetmesi, kızının
okul taksitini ödeyemez hale gelmesi ve daha pek çok kötü yaşam
koşullarına rağmen sahip olduğu kılıçı satmayı redederek bu
kılıç Türk ulusunun malıdır diyerek İzmir müzesine hibe
etmesinin nasıl bir onurlu davranış olduğunu gösteriyor bize.
Yaşadığı büyük sıkıntılar ve vefasızlığa karşı asla
ülkesi ve silah arkadaşlarını adına tek bir kötü cümle dahi
kurmayan Yüzbaşı Şerafettin 1951 de vefat ediyor. O değerli
kılıç ise kayboluyor.
9 Eylül de artık adı geçmeyen,
anılmayan bir kahraman Yüzbaşı Şerafettin. Hatta bazı
düzenbazlar işi o kadar ileriye götürüyor ki TRT gibi bir
kanalda İzmire ilk girenin kendi babası olduğunu söylemek cüreti
gösteriyor ve buna hiç kimse itiraz etmiyor. Lakin Yüzbaşının
Şerafettin'in kızı Gönül hanım Türk halkının vefasızlığına
inat kendi mücadelesiyle yılmadan ekranlarda yalan yanlış
bilgilere karşılık belgelerle cevap veriyor ve babasının İzmir
e giren ilk subay olduğunu ispatlayarak babasına olan vefa borcunu
ödüyor.
Kitap yüzümüzün kızarmasına,
utanmamıza neden oluyor. Cehaletimizi ve tarihimize yeteri kadar
sahip çıkmadığımızı bir kez daha tüm gerçekliğiyle yüzümüze
vuruyor. Kitabı İzmir'in Fatihi olan Yüzbaş Şerafettin İzmir'i tanımak ve anısına saygı duymak için alıp okumalı ve okutmalıyız. Neredeyse 4,5 milyonluk İzmir'de
bu kitaptan haberdar olmayan, Yüzbaşı Şerafettin'i tanımayan
milyonların olduğuna inanıyorum. Zira bunun tam aksi olsaydı eğer
her 9 Eylül'de büyük kutlamalara neden olan kurtuluş
etkinliklerinin gerçek ruhunu yansıtmadığının farkına
varılabilirdiniz. 9 Eylül'ü kutlarken İzmir'in fatihi Yüzbaşı
Şerafettin'den bahsetmemenin ne kadar acınacak ve utanç duyulacak
bir durum olduğunu görebilirdiniz. Bu kitabı önce tüm İzmir
sonra tüm ülkem okumalıdır.
Prof. Dr. Kemal Arı'nın titiz bir
çalışma sonrasında bizlere armağan ettiği bu önemli kitabın
çok okunması, başta İzmirliler olmak üzere tüm yurttaşlarımızın
tarihimize ve gerçek kahramanlarımıza ve onların nezdinde bu
vatanı bize bırakan isimsiz kahramanlarına sahip çıkılması
dileğiyle.
Memleketimin asil kızı,
Cumhuriyetimin ak yüzü sevgili İZMİR'im İzmirin fatihi Yüzbaşı
Şerafettin'e, yok olan tarihine sahip çık.
28 Eylül 2017 Heidelberg
7 Eylül 2017 Perşembe
Gün O Gündür Banu Avar Bir Kitap Bin İnsan
'Gün O Gündür' Banu Avar Bir Kitap
Bin İnsan
Mezbaha da ayakları bağlanmış ve
kesilmeyi bekleyen kuzular gibiyiz. Ülkemiz üstünde oynanan yüz
yıllık oyunları hala göremiyor ve bizlere hazırlanıp tepsi
içinde sunulan siyasi partiler arasında ben sen kavgası yaparak
zaman kaybediyoruz. Oysa ki ne bizim onlardan, neden onların bizden
farkı yok. Hepimiz bu ülkeyi oluşturan halkız. Ve halk olarak
gerçek düşmanı görmeye ve vatan için artık mücadele etmeye
mecburuz. Bu nedenle Banu Avar'ın 'Gün O Gündür' kıtabı
okunmalıdır. Çünkü söz edilen 'O Gün' aslında 'Bugün'dür.
Türkiye ve ortadoğu küresel güçlerin
kıskacında. Devir lozan anlaşmasının intikamının alındığı
bir devir. Hatırlayalım Lozan görüşmelerinde İngiltere
dışişleri bakanı Lord Curzon, İsmet İnönü'ye
'Müzakerelerde sizden istediğimizi alamıyoruz. Ama
unutmayın, bugün reddettiklerinizi yarın cebimizden çıkarıp
önünüze koyacağız.' demiştir.
Bügünlerde yaşananlarda tam budur.
Başarılı araştırmacı gazeteci Banu Avar, 'Gün O Gündür'
kitabında delilleriyle küresel çetelerin çevirdikleri oyunları
bir araya toplayarak bizlerin dikkatine sunmuştur. Batı'nın
Türkiye ve ortadoğu çoğrafyasından beklentileri ve bu
beklentileri elde etmek için çevirdikleri dümenleri ve kanlı
oyunları görmemizi sağlıyor bu kitabında.
Gün
O Gündür kitabı yazarın 2010 ile 2012 yıllarında ülkemizde
ve çevre ülkelerde yaşanan politik gelişmeler dair günlük
kaleme aldığı yazılarından oluşuyor. 2010 yılında
gerçekleştirilen yeni anayasa referandumunun kimler tarafından
istendiğini, bu günlerde kırgınlıklar yaşadığımız
Merkel'den tutun AB konseyi yetkililerinin, ABD 'nin derin devlet
sözcülerine kadar herkesin desteklediğini bir kez daha
hatırlıyoruz. Financial Times'tan Deplhin Strauss'un, 'Geri
kalan anayasa değişiklikleri de yavaş yavaş gündeme gelecek'
demesi
ile önümüzdeki yılarda yeni referandumların bizi beklediğini
gösteriyor. Hatta Batı bu anayasa değişikliği bize resmen
dayatıyor. 8 Temmuz 2010'da AB komisyonu sözcüsü Ferran
Tarradellas Espuny de 'Türkiye,
AB yolunda ilerlemek için, 12 Eylül'de ki referandum da anayasa
değişiklik paketini kabul etmelidir!'
diyor. Buna benzer daha pek çok örneklerle karşılaşabieceğiniz
kitapta yazar gelecek yıllarda Anayasanın kökten değiştirileceğini
söylüyor. Çünkü Türkiye'yi bölüp zengin yeraltı kaynaklarını
ele geçirmek için bir kukla devlet Kürdistan'ı kurmanın BATI'nın
hedefi olduğunu kanıtlarıyla yazıyor. Yazar bunları 2010 yılında
yazıyor ve bizleri uyarmasına rağmen, gelecekteki bizi bekleyen
tehlikeleri söylemesine rağmen bizler önlem almıyoruz. Ve 16
Nisan2017'de yine Batı'nın istediği bir anayasa değişikliği
için referanduma gidiyoruz. Ve hepimiz gördük ki Batı amacına
ulaşmak için hile gibi her türlü yola başvurarak istediğini
alıyor.
Banu
Avar Türkiye'yi bekleyen tehlikenin BÖLÜNME olcağının altını
çiziyor bu kitabında. Bunun nedenini ise 2000 yılında Ecevit,
Bahçeli, Yılmaz hükümetin imzaladığı ve 2003 'de AKP
tarafından onaylanan BM'nin bize dayattığı 'İKİZ YASALARI' dır.
İkiz yasaların özelliği,halkların, mezheplerin yani farklı
toplumsal kökenlere sahip olanların 'kendi
kaderini tayin etme'
hakkı veriyor. İkiz yasalar Ulus devletinin intiharıdır.
Gün O gündür kitabı gerek ikiz yasalarda olduğu gibi halktan
kaçırılarak imzalanan anlaşmaların ve sürekli gündemin
değiştirilmesi ile gözümüzden kaçırılan pek çok olayın
perde arkasını anlatan tarihi bir delil niteliğinde.
Yazar
bu kitabında Suriye savaşına dair, Batı'nın kirli oyunlarını,
anlaşmalarını, itişmelerini yarattıkları katilleride
kanıtlarıyla bize sunuyor. Batı'nın bölge üzerindeki emellerine
ulaşabilmesi için Türkiye'nin ana kilit görevinde dolayısıyla
hedefte olduğunu belirtiyor. Kitapta Türkiye ve ortadoğudaki
cehennemin asıl amacının petrol ve zengin yeraltı kaynaklarının
oluşturduğunu ve bunu elde etmek isteyen Batı'nın çevirdiği,
yazdığı, söylediği herşeyi aktırıyor bize. Yani bu kitap
katilleri, çeteleri, doymak bilmeyenleri, hainleri ve en önemlisi
dikkat etmemiz gereken gerçek düşmanları gösteriyor. Okudukça
görmediğiniz gerçekler canınızı fena yakacak ve sizi fena
kızdıracak.
Araştırmacı gazetecilik denince akla ilk gelen isimlerden biridir
Banu Avar ve yeri doldurulamayacak ender insanlarımızdandır.
Yıllardır içinde olduğumuz ve bizi bekleyen tehlikeleri gerek
sanal ortamlarda gerekse köy köy, kasaba kasaba gezerek anlatıyor
ve halkını bizleri bilgilendirmeye devam ediyor. Banu Avar gibi
değerli aydınlarımızın daha fazla kişilere ulaştırmak ise
bizleri görevidir. Çünkü aydınlığa çıkmanın tek yolu okumak
ve gerçekte yapılmak isteneni anlayabilmek ve anlatabilmektir.
Gün O Gündür kitabını mutlaka okumalısınız, sevdiklerinize
armağan etmelisiniz. Bu kitapta öğrendiklerinizi çevrenize
anlatmalısınız. Bu kitabı okuduktan sonra ülkemiz üzerinde
oynanan oyunları, Batı'nın figüranlarını daha rahat görebilir
ve bizlerin halk olarak yapması ve atması gereken adımları en
kısa zamanda görüp doğru bir şekilde atabiliriz.
'Gün O Gündür' kitabı buz kadar soğuk, bıçak kadar keskin. İhanet çemberine dahil olanları gördüğünüzde içinizde büyük bir öfke patlaması olacak. Çünkü iç içe geçmiş, güvenerek oy verip meclise taşıdığımız liderlerin pasifliğini, etkisiz eleman olarak kalışlarını ve neredeyse 70 yıldır tedavi etmek yerine ihanete yenilerinin eklemesi, fırsat verilmesi, göz yumulması ihanetin açık bir resmidir. Bu ihmalkarlığın yarattığı yıkım Vezüv ve Etna yanardağlarını patlaması sonrasında oluşabilecek yıkımdan daha büyüktür.
'Gün O Gündür' kitabı buz kadar soğuk, bıçak kadar keskin. İhanet çemberine dahil olanları gördüğünüzde içinizde büyük bir öfke patlaması olacak. Çünkü iç içe geçmiş, güvenerek oy verip meclise taşıdığımız liderlerin pasifliğini, etkisiz eleman olarak kalışlarını ve neredeyse 70 yıldır tedavi etmek yerine ihanete yenilerinin eklemesi, fırsat verilmesi, göz yumulması ihanetin açık bir resmidir. Bu ihmalkarlığın yarattığı yıkım Vezüv ve Etna yanardağlarını patlaması sonrasında oluşabilecek yıkımdan daha büyüktür.
'O Gün' aslında 'Bugün' sarsılmanın ve uyanmanın vakti geldi.
7 Eylül 2017 Heidelberg
3 Temmuz 2017 Pazartesi
Necip Hablemitoglu 'KÖSTEBEK' Bir Kitap Bin İnsan
Yazarının ölümüne neden olan kitap KÖSTEBEK.
Yıl 2002. Dr. Necip Hablemitoğlu, "Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olma yolunda, devrimlerden dönüş sürecinin sancılarını yaşıyor' diyor ve kendince mücadele etmeye başlıyor ve bu mücadelesini de hayatıyla ödüyor. Köstebek kitabı çok açık net olarak, Fettullah Gülen'in derin devlet örgütlenmesinin Türkiye Cumhuriyeti’ne ağır ve yakın bir tehdit olacağını anlatıyor. Bu amaçla çok uluslu istihbarat ilişkilerine girdiğini ve küresel güçlerin desteğini aldığını örneklerle isim isim deşifre ediliyor kitapta. Cemaatin devletin hemen hemen tüm kurumlarına sızdığını, özellikle Vali, Kaymakam ve Yargı kadrolarıyla emniyet teşkilatının istihbarat kadrolarında önemli mevkileri ele geçirdiklerini anlatıyor. Hrant Dink cinayeti için hazırlanan senaryonun arkasında Gülen cemaatinin olduğunu, cemaatin kendine engel olan Atatürkçü ve laik isimlere nasıl kumpas ve iftira atarak itibarsızlaştırdıklarını, devletin tüm kademelerini ele geçirmek için nasıl sinsi planlar yaptıklarını ve bunları yaparken doğru olmayan, hukuğa aykırı yolları tercih ettiğini açıkca belgeleriyle okuyabileceksiniz. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve Türkan Saylan'a yapılan yok etme projesinin asıl nedeni de ayrıntılarıyla yer alıyor kitapta. ÇYDD'nin neden Fettullah Gülen'in hedefi haline gelme nedeni, Gülen cemaatinden kaçan gençlerin cemaatin kirli iç yüzünü anlatmaları ve bu hikayelerin kitap hale getirlmesi ve cemaate karşı davanın açılmasında en etkin gücü bu derneklerin oluşturmasıdır. ÇYDD ve Türkan Saylan'ın linç edilme nedeni bu. Ayrıca bu vakıflar, Gülen ve diğer İslamcı cemaatlerin tuzağına düşüp sonra bu cemaatlerden kurtulmak isteyen gençlere hem yardımcı oluyor hemde burs veriyorlar. Onlara Cumhuriyet devrimlerini ve aydınlanmayı anlatıyorlar.
Gerek Köstebek kitabı gerekse Bergama dosyasında ele aldığı konularla hem Alman istihbaratının hemde Cemaatin hedefi haline geliyor Hablemitoğlu. Ve bir vatansever ve gerçek bir Atatürkçü 18 Ararlık 2002 de evinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti. Cinayette kullanılan mermiler ABD üretimi olup ve hedefe girdiğinde öldürücü etkisi fazla olan bir mermi çeşidi olduğu ortaya çıktı. Beyne sıkılan bu kurşunlar sigorta atışı yani garantili öldürme atışı olup hedefin düşüncelerinden dolayı öldürüldüğünün kanıtıdır. Hablemitoğlu'nun katili ülkemizi bugün kü duruma yani içinden çıkılması zor bir bataklığa çeviren ve ülkemiz topraklarında gözü olanlardır. Yazarının ölümüne neden olan kitap KÖSTEBEK'i , ne yazık ki Necip Hablemitoğlu tamamlayamamış ve yazdıklarından rahatsız olanlar tarafından susturulmuştur. Kitap eşi Şengül Hablemitoğlu tarafından bitirilip yayımlandı. Türkiye ve Türklüğü yok etmek isteyen güçler, bu zamana kadar aydınlatılamamış faali meçhul cinayetleri işlemiş ve işlenmeye devam edecektir. Cumhuriyet şehidi olan gercek bir atatürkçü ve türklüğü benimseyen Necip Hablemitoğlu'nun bu kitabını zaman kaybetmeden okumanızı önerir ve Necip Hablemitoğlun'a da diğer faili meçhuller gibi sahip çıkılmasını ve unutulmamasının gerektiğini hatırlatırım. Ülkemiz bol miktarda hain yetiştirirken Hablemitoğlu ve diğerleri gibi ender de olsa değerli isimler yetiştiriyor. Fakat bu isimlerde emperyalizmin hedefi haline geliyor. Tüm faili meçhul cinayetlerde silahı çeken el farklı olsada, o ele o silahı ve o silaha o mermiyi koyan el aynı eldir.
Okuyun ve okutun.
20 Ocak 2003 Heidelberg
Yıl 2002. Dr. Necip Hablemitoğlu, "Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olma yolunda, devrimlerden dönüş sürecinin sancılarını yaşıyor' diyor ve kendince mücadele etmeye başlıyor ve bu mücadelesini de hayatıyla ödüyor. Köstebek kitabı çok açık net olarak, Fettullah Gülen'in derin devlet örgütlenmesinin Türkiye Cumhuriyeti’ne ağır ve yakın bir tehdit olacağını anlatıyor. Bu amaçla çok uluslu istihbarat ilişkilerine girdiğini ve küresel güçlerin desteğini aldığını örneklerle isim isim deşifre ediliyor kitapta. Cemaatin devletin hemen hemen tüm kurumlarına sızdığını, özellikle Vali, Kaymakam ve Yargı kadrolarıyla emniyet teşkilatının istihbarat kadrolarında önemli mevkileri ele geçirdiklerini anlatıyor. Hrant Dink cinayeti için hazırlanan senaryonun arkasında Gülen cemaatinin olduğunu, cemaatin kendine engel olan Atatürkçü ve laik isimlere nasıl kumpas ve iftira atarak itibarsızlaştırdıklarını, devletin tüm kademelerini ele geçirmek için nasıl sinsi planlar yaptıklarını ve bunları yaparken doğru olmayan, hukuğa aykırı yolları tercih ettiğini açıkca belgeleriyle okuyabileceksiniz. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve Türkan Saylan'a yapılan yok etme projesinin asıl nedeni de ayrıntılarıyla yer alıyor kitapta. ÇYDD'nin neden Fettullah Gülen'in hedefi haline gelme nedeni, Gülen cemaatinden kaçan gençlerin cemaatin kirli iç yüzünü anlatmaları ve bu hikayelerin kitap hale getirlmesi ve cemaate karşı davanın açılmasında en etkin gücü bu derneklerin oluşturmasıdır. ÇYDD ve Türkan Saylan'ın linç edilme nedeni bu. Ayrıca bu vakıflar, Gülen ve diğer İslamcı cemaatlerin tuzağına düşüp sonra bu cemaatlerden kurtulmak isteyen gençlere hem yardımcı oluyor hemde burs veriyorlar. Onlara Cumhuriyet devrimlerini ve aydınlanmayı anlatıyorlar.
Gerek Köstebek kitabı gerekse Bergama dosyasında ele aldığı konularla hem Alman istihbaratının hemde Cemaatin hedefi haline geliyor Hablemitoğlu. Ve bir vatansever ve gerçek bir Atatürkçü 18 Ararlık 2002 de evinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti. Cinayette kullanılan mermiler ABD üretimi olup ve hedefe girdiğinde öldürücü etkisi fazla olan bir mermi çeşidi olduğu ortaya çıktı. Beyne sıkılan bu kurşunlar sigorta atışı yani garantili öldürme atışı olup hedefin düşüncelerinden dolayı öldürüldüğünün kanıtıdır. Hablemitoğlu'nun katili ülkemizi bugün kü duruma yani içinden çıkılması zor bir bataklığa çeviren ve ülkemiz topraklarında gözü olanlardır. Yazarının ölümüne neden olan kitap KÖSTEBEK'i , ne yazık ki Necip Hablemitoğlu tamamlayamamış ve yazdıklarından rahatsız olanlar tarafından susturulmuştur. Kitap eşi Şengül Hablemitoğlu tarafından bitirilip yayımlandı. Türkiye ve Türklüğü yok etmek isteyen güçler, bu zamana kadar aydınlatılamamış faali meçhul cinayetleri işlemiş ve işlenmeye devam edecektir. Cumhuriyet şehidi olan gercek bir atatürkçü ve türklüğü benimseyen Necip Hablemitoğlu'nun bu kitabını zaman kaybetmeden okumanızı önerir ve Necip Hablemitoğlun'a da diğer faili meçhuller gibi sahip çıkılmasını ve unutulmamasının gerektiğini hatırlatırım. Ülkemiz bol miktarda hain yetiştirirken Hablemitoğlu ve diğerleri gibi ender de olsa değerli isimler yetiştiriyor. Fakat bu isimlerde emperyalizmin hedefi haline geliyor. Tüm faili meçhul cinayetlerde silahı çeken el farklı olsada, o ele o silahı ve o silaha o mermiyi koyan el aynı eldir.
Okuyun ve okutun.
20 Ocak 2003 Heidelberg
Hanefi Avcı 'Haliç'te Yaşayan Simonlar' Bir Kitap Bin İnsan
Kitap iki bölümden oluşuyor. Birinci bölüm devlet kurumlarının kof olduğunu, basit sorunları bile çözme yeteneğine sahip olmadığını, yetersiz teknoloji, yetersiz istihbarat toplama ve benzeri alanlarda ne kadar ağır ve yavaş çalışıldığına şahitlik ediyoruz. Hanefi Avcı'nın polislik mesleği gereğince ve görev aldığı şehirlerde ki olayların ve anılarının özellikle 1980'li yıllarda yaşanması ve o yıllarda Türkiye'nin pek çok konuda ne kadar yetersiz olduğunu tüm çıplaklığı ile anlatıyor yazar. Kitabı okurken 90 yıllık cumhuriyetin nasıl ayakta kalmış şaşıracaksınız. Ihaleler hileli, tapu, trafik, gümrük ve daha bir çok devlet kurumunda rüşvetciliğin, adam kayırmacılığının ve torpilin normal hale geldiğini Avcı'nın anılarıyla ve tecrübeleriyle öğreniyoruz. Bizler saf saf yaşarken birileri haksız elde etikleri paralarla salatanat hayatı sürüyor. Mit'in, pkk, dhkp/c ve mersinde örgüt ayağı oluşturulan müslüman kardeşler gibi daha pek çok konuda bilgisiz olduğunu şans eseri bazı olayları çözmeleri devlet kurumlarımızın acemice çalıştığını anlatıyor bize. Bu ciddi konularda yabancı istihbaratının bizim ihtibaratımızdan daha çok bilgi sahibi olduğunu da anlatıyor yazar. Özellikle PKK'nın ne olduğunu Almanlar öğretiyor bize. Devletin veya devletin arkasında ki gizli ellerin, kasıtlı olarak psikolojik harekatta bulunarak halkı birbirine karşı kullandığı yani devlet, halkını rejime muhalefet edenlere karşı kışkırtmış, bizzat kendi vatandaslarını yine kendi vatandaşları olan rejim muhaliflerine karşı fiili saldırılarda bulunması için kullanmış ve kullanmak istemiştir.
Kitabın can alıcı bölümü ise ikinci bölüm. Cemaatin sinsice çalışarak devleti oluşturan kurumların yerle bir olduğunu, koca devletin içten içe eridiğini, adalet ve güvenlik kurumlarının adaletsiz ve güvensiz hale nasıl dönüştürüldüğünü ve bu durumun farkinda olan devlet görevlilerinin buna karşı gelmediğini veya gelemediğini okuyacaksınız. Cemaat hileyle, yalanla sahte ve düzmece evraklarla, santajlarla, akla gelmeyecek çeşitli yöntemlerle kendilerine engel olabilecek ve önemli mevkilere sahip vatansever, Atatürkçü ve dürüst insanların hayatlarını karartarak, tuzağa düşürerek, haysiyetleriyle oynarak etkisiz hale getiriyor ve hedefledikleri sonuca hızlı adımlarla koşuyorlar. Hedefi Türkiye Cumhuriyetini yıkmak olan cemaatin gerçek yüzünü okuyabileceğiniz ender kitaplardan biri Haliç'te Yaşayan Simonlar. Çocuklarımıza bu kitapları ders kitabı olarak okutmaya ve cemaatin ne kadar tehlikeli bir yapı olduğunu göstermeye mecburuz. Bu kitap 90 yıllık Türkiye cumhuriyetinin nasıl yıkılma aşamasına getirildiğini gösteren gerçek bir baş yapıt. Hala birileri bu ülkede herşey güllük gülistanlik türküleri söylüyorsa biliniz ki o kişi haindir. Elele tutuşup Türkiye Cumhuriyetinin yıkılışını izliyoruz. Bizi bu günlere getiren ve bizi yönetmek icin bizlerden oy alanlara, ben aydınım diye geçinip memleketin süreklendiği bataklıüı göremeyen sahtekarlara yazıklar olsun. Göz şöünde bulunan tüm isimler neredyese ihanetin bir aktörü halindeler. Yazıklar olsun damarlarında asil kan barındırmayan ve değerlerime saygı duymayan emperyalizmin uşaklarına... Bu truva atları her yerdeler ve bizleri kandırmaya devam ediyorlar. Herşeyi sorgulayın, kimseye inanmayın. Ve okuyun çok fazla okuyun. Önce bizler aydınlanmalıyız yoksa karanlığa gömüldüğümüzün farkına varamayacağız. Bize ışık sunanlar bizden değil.
2 Mart 2016 Heidelberg
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)