23 Mart 2018 Cuma

Savaş Günlükleri, Galaezzo Ciano, Bir Kitap Bin İnsan


Hitler ve Mussolini'nin yok etmek istediği kitap 'Savaş Günlükleri' yazarı Galeazzo Ciano Mussolini'nin damadı.

Bu kitap Mussolininin damadı olarak bilinen ve Mussolini'ye çok yakın bir isim olan Galeazzo Ciano'nun 'Savaş Günlükleri' kitabı. Ciano Mussolini'nin kızı Edda ile evlidir. Edda'nın gönül ilişkileride karışıktır. 1946'da sürgüne gönderildiği Tiren kasabasına ait Lipari adasında bir komünistte aşık olmuştur. Faşist bir baba, faşist bir koca sonra komünist bir sevgili... Edda'nın gönül ilişkilerini bırakıp damat Ciano'ya ve kitabına dönelim. Kitap Ciano'nun 2. Dünya savaşına şekil veren, yönlendiren pek çok önemli isimle yaptığı görüşmeler ve bu görüşmelere dair düşünceleri ve anılarından oluşmaktadır. Almanlar ve Mussolini bu günlükleri yok etmek için çok çaba sarfetmelerine rağmen eşi Edda bu günlükleri İsviçre'ye kaçırarak yayımlanmasını sağlamıştır. 2 Dünya savaşından sonra savaş suçlularını cezalandırmak üzere Nürnberg mahkemelerinin kurulduğunu biliyorsunuzdur. Bu günlükler bu mahkemeye savaş döneminde Almaya'nın dışişleri bakanı olan Joachim von Ribbentrop alehine delil olarak sunulmuştur. Kitap, savaşın arka planında yapılan paylaşımları örneğin Hırvatistan üzerindeki planlar, İtalya'nın hazırlıksız olarak bu savaşa sokulduğunu, Arnavutluk'un nasıl işgal edildiğine. Mussoloni'nin kamuoyunda kendisine karşı yapılan eleştirilere kulak asmadığına dair daha pek çok konuda tarihi bir kanıt niteliğinde. 'Biz sadece Almanlara karşı fazla sadık kalmakla suçluyuz' diyen Ciano almanya'nın İtalya'yı kandırdığını itiraf ediyor. Ayrıca Ciano Belçika'ya, Almanların ülkelerini istila edeceğine dair belgeleri sızdırıyor. Daha önemlisi Ciano'nun Pearl Harbor baskınından dört gün önce Almanya ve İtalya hükümetini bilgilendirmesi. Kitabın Türkiye açısından da ayrı bir önemi var. İtalya'nın Türkiye üzerine yaptığı planlar ve Mussolini'nin Türkiye'ye yönelik tutumundan da bahsetmektedir.
Medeniyeti şiddet yoluyla kana bulayarak yok etmek amacıyla sahneye çıkan faşist liderlerin veya yöneticilerinin iç yüzlerinin deşifre edildiği bir kitap.
Kitapta Atatürk ve İnönü ile ilgili kısmlarda mevcut. Örneğin; '31 Aralık 1939: Türk Büyükelçisi geldi! Bilmem kaçıncı kez Ankara'ya davet etti. Halbuki ben 1936'dan başlayarak 1938'in yazına kadar Ankara'ya gidip Kemal'le görüşmek istediğimi bildirmiştim, hem Büyükelçiye hemde Ankara'daki büyükelçimiz kanalıyla Türk Dışişleri Bakanlığı'na. Doğru dürüst cevap alamamıştım bir türlü. Sonra, Türk Büyükelçiliği'nde çalısan bir adamımızın çalarak getirdiği telgrafları okudum. Kemal, bizden de Hitler'den de nefret ediyormuş meğer! Hani 1937'de bazı CHP'li milletvekilleri ziyarete gelmişti ya? İçlerinden, Mussolini hayranı, Şükrü Kaya adında bir milletvekili, bir rapor yazmış, bizim Faşist Konsey gibi bir kurulun kendi meclislerinin çıkaracağı kanunları denetlemesini önermiş. İsmet de bu raporu imzalayarak Kemal'e vermiş. Kemal küplere binmiş ve İsmet'i görevden almış. "Çok yorulduğu için kendine sunulan raporları bile okuyamayacak kadar beyin yorgunluğuda' görevden alma gerekçesiymiş. Çünkü İsmet'e bu raporu sorduğunda, İsmet çok yorgun olduğu için raporu okumadan imzaladığını söylemiş.
Şimdi İsmet başta, Bizimle dost olmak istiyor Türkiye. Hele biraz daha beklesinler ...
Kitapta yer alan başka bir dipnot ise şöyle;
28 Temmuz 1939: Alman dışişleri bakanı Ribbentrop Türkiye'ye yüz vermezsek İngiliz'lerle kol kola girebileceğini söyledi. Kemal, sağlığında, İngiliz desteğiyle Balkanlar'da at oynatmak istiyordu. Yunan ve Bulgar sınırına asker bile yığmıştı. İsmet böyle bir şeye hayatta kalkışamaz tabi. Ante Markovic, (Yugoslavya Krallığı başbakanı 1939-1941) telaşlanmış; yüzyılların Türkler geliyor korkusu adamın ruhuna işlemiş. Balkan ülkelerini Türkiye'ye karşı kışkırtmayı düşündümse de vazgeçtim. Kemal'den Sonra Türkiye'nin pek bir anlamı kalmadı Balkanlar'da. Hitler'de, Ribbentrop'a aynı şeyi söylemiş "Kemal olsa Türkiye'yle yakından ilgilenmemiz gerekirdi ... O Öldükten sonra, ONUN çapında kimse yok Ankara'da." Ayrıca İsmet kendine Milli sef dedirtiyor, Hitler'in "Führer" Mussolini'nin de"lider"dedirtmesi gibi. Partiside faşizme son derece yatkın artık; her ne kadar içlerindeki Kemal taraftarlarından çatlak sesler çıksada arada bir.
Çarpıcı detaylar bunlar. Bir örnek daha vermek istiyorum.
Eylül 1939 11: İngiliz Büyükelçisi Percy Loraine geldi. Önce Lloyd George'un aleyhimize yazdığı yazı için özür diledi. Bu arada Türklerle de konuşmuşlar; Balkanlar'dan uzak durmalarını, İtalya ne derse onu yapmalarını önermişler. Ankara Kemal'den sonra, Türkiye'nin var olan sınırları dışında hiçbir ülkeyle ilgilenmediğini açık açık söylemiş ... Ne Balkanlar'da ne de Ortadoğu'da.
İlginç ve mutlaka okunmalı.

Faşistmin doğduğu topraklardan dünyaya hediye edilen ibret verici bir kitap. Mussolini ve Hitler yani Naziler kitabı yok etmek için çok mücadele veriyor ama başaramıyor. Kızı Edda yani Ciano'nun eşi kocasının anılarını müttefiklere verek basılmasına yardım ediyor. Kim bilir belkide kocası Ciano'nun öldürülme emrini veren babası Mussolini'den bu şekilde intikam almıştır. Evet damadı, kızının kocası, torunlarının babası Ciano'nun öldürülme emrini Mussolini vermiştir. 1943 yılında Dino Grandi, Yüksek Faşist Konseyine Mussolini'nin görevden alınmasına dair bir öneri sundu. 19'a oya karşılık 7 oy sonucunda Mussolini Kral 3. Vittoria Emanuele tarafından görevden alınarak tutuklandı. Görevden alınmasına dair evet oyu kullananlardan bir ise damadı ve güvenilir adamlarından biri olan Galeazzo Ciano'dur. Almanlar İtalya'yı işgal edip Mussolini'yi serbet bıraktı. Ciano yakalanıp Musolloni'nin adamlarına teslim edildi. Yargılandı ve vatana ihanet suçundan 11 Ocak 1944'de İtalyanın güzel şehri Verona'da sandalyeye bağlandı ve kurşunlandı. Mussolini'nin biricik kızı Edda dul, üç torunuda yetim kaldı. Katil baba, katil dede...


Hep kan, hep ihanet, hep korku... İnsanlar neden kendilerine ve sevdiklerine cehennemi yaşatırlar ki...

14 Mart 2018 Heidelberg

21 Mart 2018 Çarşamba

Turkologie Forschung in Deutschland/Almanya'daki Türkoloji Çalışmalarının Tarihi

'Almanya'daki Türkoloji Çalışmalarının Tarihi' üzerine hazırladığım makalem. Dergipark indeksinde...

Turkologie Forschung in Deutschland

Über die Turkologie wurden Anfang des 16. Jahrhundert erstmals in Deutschland
berichtet.
Erste Studien über die Turkologie wurden an der Universität Heidelberg von Johannes
Leunclavius (1541-1594) begonnen, dieser war ein Schüler des Historikers Wilhelm
Holzmann.
Johannes Leunclavius 1584 reiste mit dem Diplomaten Heinrich von Lichtenstein nach
Istanbul. Während seines Aufenthaltes lernte er die Türkische Sprache. Nach seiner Rückkehr
nach Deutschland im Jahre 1588 schrieb er auf Lateinischer Sprache sein Buch 'Annales
Sultanorum Othmanidarum a Turcis sua lingua scripti' dieses wurde 1596 in Frankfurt
veröffentlicht.
Die ersten Forschungsarbeiten über die Türken in Deutschland wurden durch
Leunclavius geschrieben und veröffentlicht.
Jedoch als einer der bekanntesten ersten Turkologen in Deutschland wurde
Hieronymus Megister (1554-1619) mit seinen wichtigsten Vorarbeiten zu Turkologie Studien
bekannt.
Die erste grammatische Arbeit zu der Turkologie wurde 1612 in Leipzig von
Hieronymus Megiser auf Lateinisch geschrieben 'Institutionum linguae turcicae libri quator.
Quorum I. Continet Partem Isagoges Grammaticae Turcicae Priorem, de orthographia
TurcArabica. II. Verò Isagoges Grammaticae Turcicae Partem Posteriorem, de Etymologia
Turcorum. III. Complectitur diversa linguae Turcicae Exercitia, et duas Proverbiorum
Turcicorum Centurias. IV. Dictionarium est Latino-Turcicum et viciβim Turcico-Latinum'
Einer der wichtigen Namen in Deutschland über die Turkologie Forschung ist
Heinrich Julius von Klapproth (1783-1835).
Klapproth´s großes Interesse galt der Sprache, Geschichte und Geographie von
Sibirien sowie dem Kaukasus. Seine Forschung war über die türkische, chinesische,
georgische, armenische und den mongolischen Sprachen.
Über seine Forschungsarbeit schrieb er das Buch 'Reise in den Kaukasus und nach
Georgien in den Jahren 1807 und 1808, I-II, Halle-Berlin, 1812-1814'.
Klapproth beschäftigte sich auch mit Tschouvaches, sein Ergebnis war es, das
Tschouvaches eine türkische Sprache war, er schrieb das Buch “Comparasion de la langue des Tschouvaches avec les idimes turks”, JA, 1828,
In Deutschland wird die Turkologie in vielen Bücher und Artikel beschrieben.
Einige davon sind hier aufgeführt:.
 Hans Joachim KİSSLİNG : “Das Institut für Geschichte und Kultur des Nahen
Orients und Turkologie an der Universität München”,ZDMG, 1954
 P.-Kellner KAPPERT , B.-WURM, H.:”Dissertationen zur Geschichte und
Kultur des osmanischen Reiches angenommenan deutschen, österreichischen
und schweizerischen Universitäten seit 1945”, DerIslam , 49, 1972
 DOERFER, G.:”O sostojaniitjurkologii v Federativnoj Respublika
Germanii”,ST 1974,
 Barbara FLEMMİNG : “Neuere wissenschaftliche Arbeiten und
Forschungsvorhabenzur Sprache, Geschichte und Kultur der vorosmanischen
Türkei in der Bundesrepublik Deutschland seit 1968”,Turcica, 5, 1975,
 Hans Georg MAJER, :“Arbeitsschwerpunkte der deutschen Osmanistik”,
Südosteuropa und Südosteuropa-Forschung. Symposion des SüdosteuropaArbeitskreises
der Deutschen Forschungsgemeinschaft in West-Berlin wom 17-19.
Oktober 1975
 S. KLEİNMİCHEL : “Sovremennoe Sostojanie tjurkologii veGermanskoj...”,ST,
1976,
 Hersg. Klaus Detlev Grothusen, Hamburh, 1976
 AZAİ, G.: “Turkologische Studien in Berlin”,Materialia Turcica, 4, 1978
 Hans Georg MAJER: ”Die zentren der DeutschenOrientalistik”,Prilozi za
orijentalnu filologiju1978-1979,
 Hermann: “Das Studium der Turkologie an den Hochschulen der
BundesrepublikDeutschland”, Materialia Turcica Band 4-1978, 1980,
 GermanoTurcica, Bamberg, 1987.
 RÖHRBORN, Klaus: “Orientalistik an der Giessener Universität von 1833 bis
1989”, Kaškul, Festschrift zum 25. Jahrestag der wieder begründung des Instituts
für Orientalistik an der Justus-Liebig-Universität Giessen Otto Harrasowitz
59Wiesbaden, 1989,
 SCHAUM , Wilfried: “Bibliographie des Instituts fürOrientalistik 1964-1989”,
 KELLNER-HEİNKELE, Barbara: “Das FrankfurterOrient-Institut und die
türkischen Studien”, Türkische Sprachen und Literaturen. Materialien der ersten deutschen Turkologen-Konferenz, Wiesbaden, 1991
 KREİSER, Klaus: “Bibliographie derdeutschen Turkologie (1975-1993)”,
Turcica, XXVI, 1994,
 Hans Georg MAJER:”Das Münchener Institut: Tradition und Perspektiven”,
Turkologie heute-Traditionund Perspektive/Materialien der dritten Deutschen
Turkologen-Konferenz, Leipzig, 4-7. Oktober 1994
 JensPeter -Peter ZİEME:Turkologie in Deutschland, Österreich und der Schweiz,
Ein Namen- und Adressenverzeichnis, Berlin-Freiburg, 1997;
 Milan ADAMOVIĆ, Das türkische des 16. Jahrhunderts, Nach den
Aufzeichnungen des Florentiners Filippo Argenti (1533), Göttingen, 2001.
 Heidi Stein ise, “Zur Geschichte türkischer Studien in Leipzig (von 1612 bis ins
20. Jahrhundert)”
An vielen Universitäten in Deutschland sind Fächer und Lehren zu der Turkologie
aufgeführt:
Zu diesen Universitäten gehören :
Bamberg, Essen, Freiburg, Giessen, Hamburg, Heidelberg, Karlsruhe, Münih,
Göttingen, Mainz, Saarbrücken, Berlin und Tübingen.
Die Universität Bamberg und München haben in der Turkologie als Schwerpunkt, die
türkische Sprache, die türkische Geschichte und die türkische Kultur.
Die Universitäten Berlin, Frankfurt, Göttingen und Mainz haben ihre Schwerpunkte
in den Türkischen Sprachen.
Die Universität Hamburg hat ihre Schwerpunkte in der Türkischen Sprache und in der
Türkischen Literatur.
Die Berlin-Brandenburgische Akademie der Wissenschaften(BBAW),
Turfanforschung) hat ihre Schwerpunkte in der alten türkischen Sprache UİGUREN .
Im Rahmen ihrer Islamforschung hat die Universität Heidelberg auch Studien über die
Turkologie durchgeführt.
Halil Fehmi Dağ /Almanya



http://dergipark.gov.tr/download/article-file/418454

29 Ocak 2018 Pazartesi

Bornova ve Balkanlardan Göç Kemal Arı Bir Kitap Bin İnsan


Prof. Dr. Kemal Arı, Bornova ve Balkanlardan Göç: Göçün Kent Kimliğine Etkileri Üzerine Kimi Saptamalar, Bornova Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü, Bornova Kent Arşivi ve Müzesi, İzmir Nisan 2014, 137 Sayfa, ISBN: 978-605-87537-5-4

Halil Fehmi Dağ
Kiel, Aralık 2017



Ulus/Millet olmanın en gerekli koşullarından biri ulusu oluşturan bireylerin, kendi tarihini doğru olarak bilmesi ve tanımasıdır. Zira toplum tarihini iyi bilmediğinde dış güçlerden gelen saldırılara karşı koyacak direnci kendinde bulamaz. Bunun sonunda ise toplumsal yapıda ve siyasi birlikte çözülme başlar. Toplum kendi ulusal kültürüne yabancılaştığında da artık onun için yok olmaya giden sürecin başlaması kaçınılmazdır. Tarihini iyi ve doğru olarak bilemeyen bir ulusun, ulusal gücü kırılır ve ülkesi yabancı ülkelerin hedefi durumuna gelir. Kısacası kendi kültürüne yabancılaşan bir ulusun çöküntü yaşaması kaçınılmazdır. Küreselleşen dünyada Emperyalizmin hedefi kapitalleşen şehirler ve bireyler yaratmaktır. Küreselleşme süreci, ulus devletlerin nasıl bir tehdit altında olduğunu göstermiştir.
Burada ortaya çıkan iki sorunun çok iyi anlaşılması önemlidir.
Birincisi şudur: Yaşadığımız şehirlerin, toprakların geçmişini, tarihini ve tarihte yaşanılan sıkıntıları, zorlukları biliyor muyuz?
İkicisi de şudur: Türk Tarihi, unutturulduğunda Türkler, hangi tehlikelerle karşı karşıya kalacaklarının farkındalar mıdır?
Halklar, öz kültüründen uzaklaştırılıp yabancılaştırılırken, kültür, dil, sosyal ve toplumsal yaşantılarında tek tip insan tipi yaratılmaktadır. Uluslarda, başka kültürlerin etkisine girmiş bireyler ortaya çıkmaktadır. Aile yapısı değişmekte, toplum kendini var eden değerlerden uzaklaşmaktadır. Sosyal medya, sesli, görsel ve yazılı iletişim araçlarıyla kasıtlı hazırlanan ve toplumları körleştiren ve biçimsizleştiren izlenceler sunarak tehlikeli bir silah biçimine gelmiştir. Bu şekilde tarihine yabancılaşmış, okuma, araştırma yani bilgilenme istekleri köreltilmiş nesiller yaratılmaktadır. Bu nesiller, kapitalizmin kontrolünde ve kapitalizmin arzusu doğrultusunda hareket eden bireyler haline getirilmektedir. Bu kötü sistemin karşısında toplumların ayakta durabilmesinin en önemli faktörü tarihi iyi bilmekten geçmektedir. Bunun için de okumak ve aydınlanmak, ileride tüm toplumları ele geçirmek isteyen kapitalizme karşı kullanılabilecek en güçlü silahtır. Anadolu'nun, her karış toprağı yiğitçe bir mücadele sonrasında düşmandan kurtarılmış ve bu özgürlüğün bedeli ağır olmuştur. Bu nedenle Türklerin yaşadığı kentlerin ve sahip oldukları her karış toprağın tarihini doğru idrak etmeli ve sahip çıkmalıdırlar.
Ayrıca Mustafa Kemal Atatürk'ün işgalci emperyalist devletlere karşı milli mücadeleyi başlatarak, Emperyalizmi dize getirip bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti kurduğu unutulmamalıdır.
Anadolu halkı sadece savaşlarda ve Osmanlının toprak kaybetmesiyle gerçekleşen göçlerle mağdur edilmemiştir. Örneğin 30 Ocak 1923'de Lozan anlaşmasında aslen Norveçli olan Dr. Nansen’ın İngiliz hükümeti için hazırladığı Yunanistan'daki Müslümanlar ile Anadolu'da yaşayan Ortodoksları kapsayan yani dinin esas alındığı Mübadele de (zoraki göç) ülkemizi zora sokmuş ve milyonlarca insana tarifsiz acılar yaşatmıştır. Bu bilgiler ışığında incelemeye alacağımız kitap, unutulmaya yüz tutmuş ve bir dönem ciddi bir toplumsal sorun haline gelmiş çeşitli nedenlerle gerçekleşen Göç ve Mübadele sorunu üzerinedir.
Kitap, şehir bazında yani Bornova ilçesine değişik dönemlerde göç yoluyla getirilip yerleştirilen Müslümanların, şehirde iskân edilme aşamaları, şehre alışmaları, kültürlerin kaynaşması, şehre uyum sorunu gibi temel konular üzerine gerçek yaşamdan tanık ve belgelerle okuyucuya aktarma çabasında. Bu göç ve uyum sürecinin kolay olmadığını görüyoruz. Rumlardan kalan taşınmazların, kayıt altına alabilmek için kurulan komisyonlar bu konuda sağlıklı çalışmalar yapamıyor. Ve bu durum art niyetli kişilerce suistimal ediliyor. Yani var olan sorunlar yeni sorunları doğurarak mevcut sorunu içinden çıkılmaz bir hale getiriyor.

Bu çalışmamızda; Atatürk ve Türk Tarihi hakkında sayısız makale ve kitaplara, konferans ve sunumlara imza atmış, halen 9 Eylül Üniversitesinde dersler vermeye devam eden ve Mübadele konusunda akademik anlamda ilk çalışmaların öncülerinden olan Prof. Dr. Kemal Arı'nın, tarihi belgelerin izini sürerek göçün Bornova şehrindeki etkilerini ve gelişimini incelediği 'Bornova ve Balkanlardan Göç: Göçün Kent Kimliğine Etkileri Üzerine Kimi Saptamalar, isimli kitabı tanıtılacaktır. Bu kitaptan Bornova'da Göç ve Mübadele tarihini, gerçek belgelerle, tanıklarla öğreniyoruz. Kitap, bir dönemi aydınlatmak çabasındadır. Kitapta kullanılan dil, son derece akıcı ve yalın bir anlatıma sahiptir.
Kitabın kapsamı içinde ele alınan göçler; Balkanlar'da görülen uluslaşma süreci içinde, topraklarından koparılıp sürgün halinde Anadolu'ya doğru göç etmek durumunda kalmış kişilerin dramatik öykülerini ve örneğin Mübadele gibi uluslararası antlaşmalara dayalı olarak gerçekleştirilmiş göç hareketleri ele alınmaktadır. Bornova'nın göç tarihine bakıldığında, Bornova'nın kent kimliğinde göçlerin ağırlıklı bir rolü vardır. Bu kitapta Bornova'nın Göç ve Mübadele ile gerçekleşen tarihsel gelişimine tanıklık edeceğiz.
Beş bölümden oluşan kitabın başlıkları şöyledir: 'Genel Süreç', 'Ve Bornova', 'Ve Mübadele', 'Sonraki Dönem', 'Bornova, Göçmenler ve Uyum Sorunları' şeklindedir.
İlk bölüm olan 'Genel Süreç'te; okuyucuya göçün tarihsel gelişimiyle ilgili bilgiler aktarılmaktadır (s.15-37). Osmanlı devletinin dağılma döneminden başlayarak, toprak kayıpları sonrasında, kaybedilen topraklarda yaşayan Müslüman- Türk nüfusu ana yurda doğru bir göç başlatmıştır. Bu göç tarihinin 1683 yılında ki Viyana yenilgisine kadar dayandığını görüyoruz. Fransız Devrim'i ve akabinde ortaya çıkan Sanayi Devrimi, halk ayaklanmalarına neden oluyor ve ulusal kimliklerin oluşumu hız kazanıyor. İmparatorlukların dağılmasıyla ve kaybedilen topraklarda ki nüfus, elde kalan topraklara doğru bir göç gerçekleştiriyor. Bu bölümde ayrıca Balkanların, Türkler-Müslümanlar tarafından terk edilmesinin yanı sıra Türklerin, Anadolu’dan Balkanlar'a doğru gerçekleştirdikleri göçlerde ele alınmaktadır. Örneğin, 1352 yılında Şehzade Süleyman’a bağlı güçlerin sallarla Balkanlar'a geçmeleriyle birlikte Balkanlar’da Türk-Müslüman nüfusu yayılmaya başlıyor. Bu göç dalgası, Balkanlar'a yapılan fetihlerle daha çok artış göstermiş ve ayrıca bununla birlikte Müslümanlıkta, Balkanlar’da yayılmaya başlamıştır.
Fakat 19 yy başlarında ibrenin tersine dönmeye başladığını görüyoruz. Balkanlarda artan milliyetçilik ve ulusal ayaklanmalar ne yazık ki Müslüman ve Türk nüfusunu bir kez daha göçe zorlamıştır. 1789'da gerçekleşen Fransız Devrimi, Osmanlı topraklarında özgürlük ve bağımsızlık fikrinin doğmasına neden olmuştur. İkinci önemli etkende 19 yüzyılın ilk yarısında karşılaştığımız Sanayi Devrimidir. Söz konusu bu gelişmeler imparatorlukların yapısının ve sınırlarının bozulmasında önemli bir etkendir. Halk ayaklanmaları, ulusal kimliklerle pekişmiştir. İmparatorluklar geleneksel yapılarını muhafaza edemedikleri için toprak kayıpları başlamış ve sınırlar küçülmüştür. Kaybedilen topraklardan elde kalan topraklara doğru göçler başlamıştır.
Tarihin farklı dilimlerinde gerçekleşen bu göçlerde çeşitli nedenlerden dolayı ölümler ve katliamlar da gerçekleşmiştir. Göç ve Mübadele yaşayan kişiler için bir trajediye dönüşmüştür.
Türkiye’yi ilgilendiren ilk en kapsamlı göçler 1820'de Mora isyanından sonra o bölgede yaşayan Türklerin gemilerle Türkiye'ye getirilmesiyle başlamıştır. Girit'te yaşanan olaylar sonrasında Girit Türkleri de ülkeye getirilmiştir. Göç dalgasının en büyükleri ise çözülmeye başlayan Balkan ulusları arasında ortaya çıkan savaşlar sonrasında artış gösterdiğini görüyoruz. Bu göçler, 1877-1878 Osmanlı- Rus savaşı, 1897 Osmanlı-Yunan savaşı, 1912-1913 Balkan savaşları ve 1923 yılı sonrasında Türk Rum mübadelesi ile gerçekleşmiştir. Milyonlarca insanın ortak acısı haline gelen Göç ve Mübadele ile insanlar köklerinden koparılarak bilmedikleri topraklara doğru savrulmuşlardır.
Kitapta, Bornova ilçeside Göç ve Mübadele ile gelen göçmenlerin kentin toplumsal dokusundaki etkileri de ele alınmıştır. Ancak bu yapılırken göçlerin ve göçmenlerin özel bir alanı olan mübadelenin tarihine ilişkin pek çok ayrıntıyı da bizlere sunmaktadır. Bornava'ya Girit ve şehirlerinde Hanya, Kandiye, Reşmo'dan başlayan göçleri, önce Sırbistan'dan ardından Bulgaristan, Karadağ, Arnavutluk, Yugoslavya ve Romanya'dan yapılan göçler izlemiştir.
İkinci bölüm 'Ve Bornova', başlığını taşımaktadır. Bu bölümünde Bornova'nın tarihsel, coğrafi ve demografik özellikleri ve dağılımları hakkında bilgiler verilmektedir(s.37-49). Bornova'nın nüfus yapısına bakıldığında, Türk nüfusunun yanı sıra, Ortodoks Rum nüfusunun, küçük bir Ermeni grubunun ve Levantenlerin yaşadığı görülmektedir. Bornova tarihsel süreçte sürekli göç alan bir yerleşim yeridir. Şehre, Museviler, Yunanistan'dan ve adalardan, Sırbistan'dan, Bulgaristan'dan ve Romanya'dan göçler gerçekleşmiştir. Gerçekleşen bu göçlerde, göçebeler kurulan komisyonlarla Bornova'nın belli bölgelerine ve köylerine dağıtılmıştır. Örneğin Çiçekköy'de Boşnaklar, Bornova merkezinden Bayraklı ‘ya doğru değişik yerlere Giritli, Boşnaklar ve Arnavutlar yerleştiriliyordu. Bu yerleşmeler sonrasında göçebeler ile bölgenin kendi insanları yani yerel halk arasında bir kültür alışverişi gerçekleşiyor ve ortaya zengin bir kültür dokusu çıkıyordu. Değişik kültürlerin harmanlanmasıyla Bornova'nın var olan kültürü daha çok zenginleşiyordu.
Bu bölümde ayrıca 15 Mayıs 1919 yılındaki Yunan işgalinden 9 Eylül 1922 yılı İzmir'in kurtuluşuna kadar düşman ordularının, yöre halkına yaptığı katliamları, yaşanan sorun ve sıkıntıları da öğrenebiliyoruz. İzmir'in işgali ile bölgede yaşayan Müslümanlara büyük bir baskı uygulanmış ve göçe zorlanmıştır. İzmir ve çevresi bu şekilde Müslümanlardan temizlenmek istenerek bölgede Ortodoks nüfusun çoğunluk kazanması amaçlanmıştır. Bornova var olmanın diyetini çok ağır ödemek zorunda kalan şehirlerimizdendir.
Göç ve Mübadele sadece Bornova'yı olumsuz etkileyen bir olgu değildir. Ülkemizin pek çok iline belli oranlarda göçebeler ve mübadiller dağıtılmıştır. Özellikle Adana, Edirne, Balıkesir, İstanbul, Bursa, Tekirdağ, Kırklareli, İzmir, Kocaeli, Manisa, Çanakkale, Mersin ve Samsun en çok göçebe ve mübadillerin yerleştirildiği kentlerimizdir. Göçebe ve mübadil dağıtımı yapılan tüm kentlerimizde Bornova'da yaşanan sıkıntıların, sorunların aynıları yaşanmıştır.
Üçüncü bölüm olan 'Ve Mücadele’de ise gerçekleşen göçler sonrasında ortada kalan mal ve mülklerin akıbetine yani bu mallara ne olduğuna değiniliyor.(s. 49-83). Zamansız gerçekleştirilen bu göçler sonrasında göç ettirilen insanlar ne yazık ki ekili tarlalarını, hayvanlarını, evlerini ve benzeri taşınmazlarını geride bırakmak zorunda kaldılar. Geride bırakılan bu mal ve mülkler kontrol altına alınamadığı için ne yazık ki talana maruz kalıyordu. Tarlalarda bulunan mahsulün hasadı yapılamıyordu. Bu ve bunlara benzer pek çok sorunla mücadele edebilme görevi ise Maliye Vekâletine verildi. Örneğin Maliye Vekili Hasan Fehmi Bey, Rumlardan geriye kalan evleri kaydetmesi için Emval-i Metruke komisyonunu kuruyor. Bu kurum Rumlardan arta kalan her türlü taşınmazı kayıt altına almayı hedeflemişti. Fakat dönemin olumsuz koşullarından dolayı bu kayıt altına alma işlemi ne yazık ki sağlıklı yapılamadı.
Ve mübadele bölümünde Bornova'ya Göç ve Mübadele ile hangi ülke ve şehirlerden kaç kişinin geldiğini ve bunların hangi semtlere, hangi köylere yerleştirildiği belgeleriyle sunuluyor okuyucuya. Bu göç dalgaları içinde, kentin kültür ve kimlik dokusuna en çok etkisi olan göçler; Girit'ten, Mübadele yoluyla Yunanistan'ın bütününden, sonra da Bulgaristan'dan ve Yugoslavya'dan gerçekleşen göçlerdir. Türkiye'den ayrılmak zorunda kalan mübadil Rumlara bakıldığında ise; bil milyona yakın Anadolu ve batı Trakya Rum'u Türkiye'yi terk ederek Yunanistan’a sığınmıştır.
Dördüncü bölüm, 'Sonraki Dönem'de göç sonrasında Bornova'ya yerleşmiş Halit Atay, Niyazi Şanlı ve daha pek çok göçmen ve mübadillerle yapılan kısa söyleşiler bulunuyor(s. 83-97). Bu kısa söyleşiler genelde kitabın geneline dağıtılmış durumda. Gerçek kişilerle yapılan bu söyleşilerle ve kullanılan o döneme ait fotoğraflarla o yıllarda insanların yaşadıkları sıkıntılara tanıklık ediyoruz. Bornova'da göçmenlerin hangi meslekler yaptıklarını, Bornova'da kendi kültürlerini yaşatmaya çabaları, zorlukları ve mevcut kültürlere adapte oluşları incelenmektedir. Çiçekli köyüne Boşnakların, Çamdibi'ne daha çok Makedonyalı ve Boşnaklar yerleştirilmiştir. Bu insanların yerleştirildikleri bölgelere her alanda kendi kültürlerinden kattıkları yenilikleri öğrenebiliyoruz. Değişik kentlerden ve kültürlerden gelen göçmenlerin yemek, giyim, tarım, gibi her konuda bilgi ve becerileri ile büyük bir kültür alışverişi yapılıyor ve Bornova'nın her anlamda kültürel zenginliği artıyor.
Göç ve Mübadele milyonlarca insanın kurulu düzenlerinden koparmış ve bilinmeyen zorluklara doğru zoraki bir göçe zorlamıştır. Değişik kentlere yerleştirilen göçmenler zamanla o şehrin zenginliği haline gelmiştir. Bu süreç kolay olmamış pek çok sorunu da beraberinde getirmiştir.
Beşinci bölümde, Bornova, Göçmenler ve Uyum Sorunları ile göçmenlerin uyum sorunu ele alınmaktadır (s. 97-121). Tarihin değişik evrelerinde sürekli olarak göç alan Bornova'da yoğun olarak yaşanan kültürel değişmeleri ve bu çeşitliliğin Bornova’yı zenginleştirdiğini gözlemliyoruz. Göç neresinden ele alınırsa alınsın aslında bir sorun yumağı gibi duruyor karşımızda. Örneğin, göçün göçmenler üzerinde ekonomik sıkıntılar yaratması nedeniyle göçmenler, ilk başlarda kardeşleri veya yakın akrabalarıyla sadece bir ev kiralayarak bir müddet beraber yaşamak zorunda kalıyor. Fakat belli bir refaha ulaştıktan sonra ayrı evler kiralayabiliyorlardı. Bu göçmen gruplara karşı Bornova halkı her zaman sempati ile yaklaşıyordu. Hatta Bornovalılar, göçmenler için yardım kampanyaları düzenliyorlardı. Halk büyük bir dayanışma örneği sergiliyordu. Buna rağmen değişik göçmen gruplarının hem kendi aralarında hem de yerel halk ile olan uyumlarının hemen gerçekleşmediğini görüyoruz. Kız alıp verme, komşuluk kavramının oluşması ve ilişkilerinin gelişmesi, bazen dil konusundan kaynaklanan anlaşamamazlıklar gibi uyum sorunları yaşanabiliyordu.
Her göçmen grubunun geldikleri bölgeye göre uyum ve kaynaşma özellikleri farklılık gösteriyordu. Göç ve Mübadelenin başlı başına göçmenlerin üzerinde ağır bir ekonomik etkisi vardı. Her ne sebeple olursa olsun göç etmek zorunda bırakılan insanlar ekonomik yönden büyük kayıplara uğruyordu. Yaşamını idame ettirecek her şeyi, evini, toprağı ve hayvanını ardında bırakarak göç ettiği yerlerde geçimini sağlayabilecek uğraşlar, işler yaratabilmenin sıkıntıları yaşanıyordu.
Prof. Dr. Kemal Arı bu çalışması ile Osmanlı Devleti'nden Cumhuriyete uzanan süreçte, Bornova gibi önemli ölçüde tarihsel kimliği olan bir beldede göç olgusunun neden olduğu etkileri toplumsal temelde ana çizgileriyle ele alıp; kent kimliği oluşumu üzerinde göçlerin etkisine ilgileri çekmeyi amaçlamaktadır.
Düşünün doğup büyüdüğünüz, yaşamınızı idame ettirdiğiniz topraklardan bir gün sizlerle hiç ilgisi olmayan bazı kravatlı adamlar sizi zoraki bir göçe tabi tutuyor. Örneğin sadece Lozan’da alınan Mübadele kararı ile yaklaşık 2 milyon insan iki ülke arasında göç etmek, yer değiştirmek zorunda bırakılıyor.
Sorunun büyüklüğünü ve ne kadar çok insanın gereksiz yere mağdur edildiğini düşünebiliyor musunuz?
Yaşanan sıkıntılar, acılar, ölümler, ayrılıklar, var olmakla yok olmamak arasında ki yaşam mücadelesi, kaybolan insanlar, birbirini kaybeden, parçalanan aileler ve gidilecek ülkede sizi bekleyen büyük bir belirsizlik. Göç ve Mübadele, hayatınızı kör bir baltayla aniden kesmek ve yeni bir coğrafyada ayakta tutunabilme savaşıdır.
Genel itibariyle Prof. Dr. Kemal Arı bu kitabıyla Göçler ve Mübadele kapsamında Bornova'ya gelen ve yerleşen Müslümanların şehirde iskân edilme aşamaları, şehre alışmaları, kültürlerin kaynaşması, şehre uyum sorunu ve temel konular gibi pek çok konuda yaşanan problemleri gerçek yaşamdan tanık, fotoğraf ve belgelerle okuyucuya aktarmaya çabasında. Neredeyse yaşadığımız her şehrin, her karış toprağın unutulmaması gereken acıları, sorunları, kahramanlıkları var. Kentler geçmişlerini ayakta tutabildikçe var olacaklardır. Kentleri ayakta tutacak olan ise tarihini bilen ve sahip çıkan nesillerdir.
Prof. Dr. Kemal Arı'nın çok anlamlı bir sözünü burada anımsatmak istiyorum, 'Tarih, tarihçinin işidir'. Buradan da anlaşılacağı gibi Tarih evrensel ve bilimsel verilerden uzaklaşmak, sorunu çözmek yerine sorun yaratmak değildir. Tarih, tarihi bilmeyenlerin kafalarına göre atıp tutabilecekleri bir bilim değildir. Tarih, siyasetçilerin isteğine göre şekillenebilecek, eğilip bükülebilecek ve gerçeğin dışına çıkmak hiç değildir. Tarih, tarihi ve toplumları yozlaştırma, halkları ayrıştırma bilimi değildir. Her önüne gelenin ben tarihçiyim diyerek yalan yanlış atıp tutmasına ve toplumun zihnini karıştırarak yanlış bilgi verenlere itibar edilmemelidir. Tarih ciddi bir iştir ve tarihçiden öğrenilir.

Halil Fehmi Dağ


Bornova und die Auswanderung aus dem Balkan Kemal Arı




Prof. Dr. Kemal Arı, Bornova und die Auswanderung aus dem Balkan: Einige Beobachtungen zur Wirkung der Auswanderung auf die städtische Identität, Bornova Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü, Bornova Kent Arşivi ve Müzesi, İzmir Nisan 2014, 137 Sayfa, ISBN: 978-605-87537-5-4
Halil Fehmi Dağ
Kiel, Dezember 2017



Eines der wichtigsten Bedingungen, um eine Nation zu sein, ist, dass man die eigene Geschichte kennt und anerkennt. Kennt eine Gesellschaft ihre Historie nicht gut, so kann sie externen Angriffen nichts entgegensetzen. Dies führt schließlich zur Auflösung der gesellschaftlichen Struktur und der politischen Geschlossenheit. Sobald die Gesellschaft sich von der eigenen Kultur entfremdet, ist der Beginn des Prozesses der Vernichtung unumgänglich. Hat eine Nation keine guten und richtigen Kenntnisse über ihre Geschichte, so ist sie in ihrer nationalen Macht geschwächt und wird zum Zielobjekt für andere Staaten. Mit einem Satz: ein Verfall einer Nation, die sich von ihrer eigenen Kultur entfremdet, ist unvermeidlich. Im Zeitalter der Globalisierung ist es das Ziel des Imperialismus, kapitalistische Städte und Individuen zu schaffen. Der Prozess der Globalisierung zeigte, unter welch einer Bedrohung Nationalstaaten stehen.
Die hieraus entstehenden zwei Fragen gut zu verstehen, ist sehr wichtig.
Die erste Frage ist: Kennen wir die Vergangenheit, Geschichte und die in der Vergangenheit erlebten Miseren der Städte, in denen wir leben?
Und die zweite Frage lautet: Erahnen die Türken, mit welchen Gefahren sie konfrontiert werden, wenn sie die türkische Geschichte in Vergessenheit geraten lassen?
Während die Völker von ihren eigentlichen Kulturen entfernt und entfremdet werden, wird eine in Kultur, Sprache und im sozialen sowie gesellschaftlichen Leben monotone Person geschaffen. In den Nationen kommen Individuen hervor, die sich von anderen Kulturen beeinflussen lassen. Die Familienstruktur verändert sich; die Gesellschaft entfernt sich von ihren eigenen Werten. Über Sozialen Medien und andere auditive, visuelle und schriftliche Kommunikationsmechanismen werden vorsätzlich bereitgestellte und verunstaltete Programme angeboten. Diese haben sich zu einer gefährlichen Waffe entwickelt. Auf diese Weise werden Generationen ins Leben gerufen, die ihrer Geschichte entfremdet und in ihrem Lese- und Forschungsdurst, also in ihrem Wissensdurst beeinträchtigt werden. Diese Generationen werden zu Individuen erzogen, die vom Kapitalismus kontrolliert werden und nach Wunsch des Kapitalismus agieren. Um in diesem schlechten System als Gesellschaft Bestand haben zu können, ist der wichtigste Faktor, die Geschichte gut zu kennen. Und sowohl dafür als auch um dem in Zukunft alle Gesellschaften zu beherrschen versuchenden Kapitalismus Vertriebene nach Anatolien aussiedeln. Ihre dramatischen Geschichten, beispielsweise durch internationale Abkommen wie den Bevölkerungsaustausch und die daraus resultierenden Auswanderungsbewegungen finden Ausdruck in diesem Werk. Schaut man sich die Auswanderungsgeschichte Bornovas an, so spielt diese eine große Rolle für ihre städtische Identität. In diesem Buch werden wir Zeuge der auf Auswanderung und Bevölkerungsaustausch basierenden geschichtlichen Entwicklung Bornovas.

Die Überschriften des aus fünf Kapiteln bestehenden Buches lauten wie folgt: “Der allgemeine Prozess, “Und Bornova”, “Und Bevölkerungsaustausch”, “Die Zeit danach”, “Bornova, die Einwanderer und die Probleme in der Anpassung”.
Im ersten Kapitel, “dem allgemeinen Prozess”, werden dem Leser Kenntnisse über die geschichtliche Entwicklung der Auswanderung vermittelt (S.15-37). Mit der Auflösung des Osmanischen Reiches, nach territorialen Verlusten begann eine Auswanderung der muslimischen Türken aus den verlorenen Gebieten zurück zum Vaterland. Wir erkennen, dass diese Auswanderungsgeschichte sich bis zur 1683 erlebten Niederlage in Wien ausstreckt. Die Französische Revolution und gleich danach die Industrielle Revolution führten zu Volksaufständen und beschleunigten die Entstehungen nationaler Identitäten. Mit der Auflösung der Kaiserreiche und der zurückbleibenden Bevölkerung auf den verlorenen Gebieten, begann die Auswanderung in die nahestehenden zugehörigen Gebiete. Neben dem Verlassen des Balkangebiets wird in diesem Kapitel auch die Auswanderung der Türken aus Anatolien in das Balkangebiet festgehalten, beispielsweise mit den Flößen von Prinz Süleyman im Jahre 1352. Damit beginnt eine Verbreitung der muslimisch-türkischen Bevölkerung im Balkan. Diese Auswanderungswelle nahm mit weiteren Eroberungen im Balkangebiet zu. Damit verbunden beginnt außerdem beginnt auch die Verbreitung des Islam im Balkan.
Aber wir sehen, dass sich das Blatt zu Beginn des 19. Jahrhunderts wendete. Der im Balkan zunehmende Nationalismus und die nationalen Aufstände bewegten die muslimische und türkische Bevölkerung leider erneut zu einer Auswanderung. Die Französische Revolution 1789 führte zur Entstehung des Freiheits- und Unabhängigkeitsgedanken auf Osmanischen Territorien. Der zweite wichtige Faktor ist die Industrielle Revolution in der ersten Hälfte des 19. Jahrhunderts. Diese Entwicklungen waren ausschlaggebend bei der Konstruktion der Kaiserreiche und der Verschiebung der Grenzen. Die Volksaufstände verhärteten sich mit der Idee der nationalen Identität. Da die Kaiserreiche ihre traditionellen Konstruktionen nicht schützen konnten, begannen territoriale Verluste und die Grenzen wurden kleiner gezogen. Aus den verlorenen Gebieten begann die Auswanderung in die übrig gebliebenen Gebiete.
Zu Zeiten der Auswanderungswellen kam es aus verschiedenen Gründen auch zu Todesfällen und Gemetzel. Die Auswanderung und der Bevölkerungsaustausch entwickelten sich für die betroffenen Menschen zu einer Tragödie.
Die Auswanderungen, die die Türkei am meisten beschäftigt haben, begannen nach der Griechischen Revolution 1820, als die in diesem Gebiet lebenden Türken mit Schiffen in die Türkei gebracht wurden. Nach Ereignissen auf Kreta wurden auch die Kreta-Türken in die Türkei gebracht. Die größte Auswanderungswelle wiederum sehen wir im sich zu zerteilen beginnenden Balkangebiet und den dortigen Kriegen zwischen den Nationen. Danach stieg die Anzahl der Auswanderer an. Diese Auswanderungen ereigneten sich während des Krieges des Osmanischen Reiches gegen Russland 1877-1878, mit dem griechisch-osmanischen Krieg 1897, den Balkriegen 1912-1913 und dem Bevölkerungsaustausch zwischen den Türken und Griechen nach 1923. Durch die Auswanderung und den Bevölkerungsaustausch, die sich zum gemeinsamen Leid entwickelte, wurden Menschen aus ihren Wurzeln gerissen und in unbekannte Gebiete geschleudert.
In dem Buch werden auch die durch Auswanderung und Bevölkerungsaustausch nach Bornova gekommenen Migranten und deren Einfluss auf das gesellschaftliche Bild der Stadt eingegangen. Aber während dies gemacht wird, werden viele Einzelheiten aufgeführt, die den Bevölkerungsaustausch betreffen, denn dieser ist ein hochgradiger Punkt beim Thema Emigration und in dieser lebenden Menschen. Zunächst aus Kreta und seinen Städten Chenia, Iraklio, Rethymno, folgten aus Serbien und danach aus Bulgarien, Montenegro, Albanien, Jugoslawien und Rumänien Auswanderungen nach Bornova.
Das zweite Kapitel trägt den Namen “Und Bornova. In diesem Teil geht es um die Geschichte, Geographie und Demographie sowie deren Verteilung in Bornova (S.37-49). Ein Blick auf den Anteil der Bevölkerungsgruppen in Bornova verdeutlicht, dass dort neben der türkischen Bevölkerung die orthodox-griechische Bevölkerung, eine kleine armenische Gruppe sowie Levantiner leben. Bornova ist im geschichtlichen Wandel ein Ort, der von vielen Auswanderungen betroffen war. Hebräer, Auswanderer aus Griechenland und seinen Inseln, Serbien, Bulgarien und Rumänien suchten in dieser Stadt Zuflucht. Durch zuständige Kommissionen, die hierfür gegründet wurden, wurden die Nomaden in bestimmte Orte und Dörfer in Bornova verteilt. In Çiçekköy wurden zum Beispiel die Bosnier und vom Zentrum Bornovas in Richtung Bayraklı wurden in unterschiedlichen Orten die ursprünglichen Bewohner Kretas, Bosniens und Albaniens untergebracht. Nach diesen Unterbringungen kam es zum kulturellen Austausch zwischen den Nomaden sowie den Einheimischen, sodass eine reichhaltige Kultur entstand. Durch das Gemisch der unterschiedlichen Kulturen wurde die vorhandene Kultur Bornovas noch reicher.
Außerdem kann diesem Kapitel auch das Gemetzel am einheimischen Volk sowie deren Probleme und Nöte nach der griechischen Besetzung Izmirs am 15. Mai bis zur Befreiung am 4. September 1922 entnommen werden. Mit der Besatzung Izmirs wurde großer Druck auf die dort lebenden Muslime ausgeübt. Dadurch wurden sie zur Aussiedlung gezwungen. Ziel war, dass Izmir und seine Umgebung frei von Muslimen war und dort mehrheitlich Orthodoxen lebten.
Die Auswanderung und der Bevölkerungsaustausch haben sich nicht nur auf Bornova negativ ausgewirkt. Die Nomaden und Auswanderer wurden in viele türkische Provinzen aufgeteilt. Vor allem Adana, Edirne, Balıkesir, İstanbul, Bursa, Tekirdağ, Kırklareli, İzmir, Kocaeli, Manisa, Çanakkale, Mersin und Samsun sind die Städte, in denen die meisten Nomaden und Auswanderer untergebracht wurden. Alle Städte, in die die Nomaden und Auswanderer verteilt wurden, haben dieselben Bredouillen und Probleme durchgemacht wie Bornova.
In dem dritten Teil Und Bevölkerungsaustausch” geht es um das durch Auswanderung zurückgelassene Eigentum und was damit geschah (S.49-83). Aufgrund der plötzlichen Auswanderung mussten die Betroffenen leider ihre angebauten Felder, ihre Tiere, ihre Häuser und ähnliche Grundbesitze zurücklassen. Da dieses Hab und Gut nicht kontrolliert werden konnte, war es Plünderungen ausgesetzt. Die Erträge der Ernte, die sich auf den Feldern befand, konnte nicht erwirtschaftet werden. Solche und ähnliche Probleme wurden vom Finanzwesen vertreten. Einer der zuständigen für das Finanzwesen, Hasan Fehmi, gründete beispielsweise die Kommission Emval-i Metruke, um die von den Griechen zurückgelassenen Häuser registrieren zu lassen. Diese Kommission plante, alles an Hab und Gut, was die Griechen zurückgelassen hatten, zu protokollieren. Aber aufgrund der schwierigen Bedingungen, die zu dieser Zeit herrschten, konnte dieser Vorgang leider nicht sorgfältig ausgeführt werden.
In dem Kapitel “Und Bevölkerungsaustausch” wird dem Leser mit Belegsquellen aufgelistet, aus welchen Ländern und Städten wie viele Menschen während der Auswanderung und des Bevölkerungsaustausches nach Bornova gekommen sind und in welchen Dörfern diese untergebracht wurden. Während dieser Auswanderungswelle tragen die aus Kreta, über Bevölkerungsaustausch aus ganz Griechenland und dann aus Bulgarien und Jugoslawien kommenden Auswanderungen am meisten zu Veränderungen der Kultur und Identität der Stadt bei. Wenn man sich die vom Bevölkerungsaustausch betroffenen Griechen anschaut, so waren das ca. eine Million Menschen aus Anatolien und Westthrakien, die die Türkei verlassen mussten und Zuflucht in Griechenland gesucht haben.
Das vierte Kapitel Die Zeit danach beinhaltet kurze Interviews mit Halit Atay, Niyazi Şanlı und vielen weiteren Auswanderern, die aufgrund der Emigration nach Bornova gezogen sind (S. 83-97). Im Grunde wurden diese kurzen Interviews im gesamten Buch verteilt. Durch Interviews mit Zeitzeugen und Fotos aus dieser Zeit, nehmen wir Anteil an dem ihnen widerfahrenen Schicksal. Es wird erfasst, welche Berufe die Auswanderer in Bornova ausgeübt haben, ihre Bemühungen, die eigene Kultur dort weiter auszuleben, ihre Anpassungsversuche an die Kulturen vor Ort und die damit verbundenen Schwierigkeiten. Im Dorf Çiçekli köy wurden größtenteils Bosnier und im Dorf Çamdibi vor allem Makedonier und auch Bosnier untergebracht. Wir erfahren, dass überall, wo diese Menschen untergebracht wurden, sie auch Teile ihrer eigenen Kultur einbringen konnten. Die aus verschiedenen Orten und Kulturen kommenden Auswanderer ermöglichten aufgrund ihres Wissens und ihrer Geschicklichkeit, u.a. beim Essen, Kleiden und Ernten, einen kulturellen Austausch und bereicherten in jedem Fall die Kultur Bornovas.
Die Auswanderung und der Bevölkerungsaustausch haben verursacht, dass Millionen Menschen aus ihrer gewohnten Umgebung gerissen und in unbekannte Schwierigkeiten getrieben wurden. Die Auswanderer, die in verschiedenen Städten untergebracht wurden, wurden mit der Zeit zu einer Bereicherung für diese Orte. Diese Zeit war dennoch nicht einfach und brachte viele Schwierigkeiten.
Im fünften Teil “Bornova, Auswanderer und Probleme bei der Anpassung” wird das Integrationsproblem der Auswanderer untersucht (S.97-121). Wir erkennen, dass in Bornova als eine Stadt, die in verschiedenen Phasen als Zufluchtsort für Auswanderer diente, ein intensiver kultureller Austausch stattgefunden hat und dass dieser Bornova bereichert hat. Aus welcher Perspektive auch immer das Thema Emigration betrachtet wird, sie wirkt eigentlich wie ein Bündel an Problemen. Beispielsweise mussten zu Beginn viele Auswanderer aufgrund ihrer finanziellen Notlage mit ihren Geschwistern oder Nahverwandten gemeinsam in einer gemieteten Wohnung wohnen. Die Bevölkerung Bornovas begegnete den Auswanderergruppen stets mit Sympathien. Sie organisierten sogar Hilfskampagnen. Das Volk zeigte ein gutes Beispiel an Solidarität. Trotzdessen sehen wir, dass manche Auswanderergruppen sich sowohl untereinander als auch gegenüber der einheimischen Bevölkerung nicht sofort einleben konnten. Der Gedanke an das Heiraten einer Frau aus einer anderen Gruppe, das Entstehen einer guten nachbarschaftlichen Beziehung und Missverständnisse, die manchmal auch aufgrund der Sprache entstanden führten, erschwerten deren Integration.
Die Anpassung jeder Auswanderergruppe zeigte je nach Ort unterschiedliche Besonderheiten auf. Die Auswanderung und der Bevölkerungsaustausch hatten sowieso eine harte finanzielle Auswirkung auf die Betroffenen. Egal aus welchem Grund, eine Auswanderung war stets mit großen finanziellen Verlusten verbunden. Die Betroffenen hatten Schwierigkeiten bei der Berufsfindung und dabei, ihren Lebensunterhalt zu verdienen, um das Leben, für das sie Häuser, Grundstücke, Tiere zurückgelassen hatten und ausgewandert waren, aufrecht zu erhalten.
Prof. Dr. Kemal Arı beabsichtigt mit dieser Arbeit eine Phase, die sich vom Osmanischen Reich bis zur Türkischen Republik streckt, anhand einer Stadt wie Bornova, die eine wichtige historische Identität besitzt, mit ihren Grundlinien anzugehen und die Wirkung der Emigration auf die städtische Identität vor Augen zu führen.
Überlegen Sie mal, dass eines Tages Menschen mit Krawatte kommen, die gar nichts mit ihnen zu tun haben und Sie zu einer Aussiedlung aus dem Ort zwingen, in dem sie geboren sind und leben. Die Entscheidung eines Bevölkerungsaustausches beispielsweise, die in Lausanne getroffen wurde, führte dazu, dass zwei Millionen Menschen zwischen zwei Staaten ihre Wohnorte tauschen mussten.
Können Sie sich vorstellen, wie groß das Problem war und wie viele Menschen grundlos benachteiligt wurden?
Die erlebten Nöte, Schmerzen, Todesfälle, Trennungen, ein Kampf um das Leben, verschollene Familienmitglieder, auseinandergerissene Familien und die Zweifel über das Land, in das Sie ziehen müssen. Die Auswanderung und der Bevölkerungsaustausch sind ein Kampf gegen die plötzlich eintreffende Änderung im Leben und das Fortbestehen in einem Neuland.
Im Allgemeinen möchte Prof. Dr. Kemal Arı durch Zeitzeugen, Fotos und Belegsquellen dem Leser dieses Buches die Ansiedlungs- und Gewöhnungsphasen der Muslime, die während der Auswanderung und des Bevölkerungsaustausches nach Bornova gekommen sind, die anschließende Fusion der Kulturen, die auftretenden Integrationsprobleme sowie allgemeine Themen und damit verbundene Probleme darlegen. Fast jeder Ort, an dem wir leben und jede Spanne Erde ist verbunden mit Schmerzen, Problemen und Helden, die man nicht vergessen sollte. Diese Städte werden existieren solange sie an ihrer Vergangenheit festhalten können. Und um diese Städte aufrechtzuerhalten, braucht man Generationen, die ihre Geschichte kennen und dafür eintreten.
Ich möchte hier eine bedeutsame Aussage von Prof. Dr. Kemal Arı aufführen “Geschichtswissenschaft ist die Aufgabe eines Historikers”. Daraus wird deutlich, dass Geschichtswissenschaft nicht bedeutet, dass man sich von globalen und wissenschaftlichen Angaben entfernt und statt Lösungen zu finden, Probleme schafft. Geschichtswissenschaft ist keine Wissenschaft, in der diejenigen, die sich nicht mit der Geschichte auskennen, etwas erfinden und angeben können. Geschichtswissenschaft ist erst recht nichts, was Politiker nach eigenen Interessen gestalten, biegen und realitätsfern darstellen können. Geschichtswissenschaft ist keine Wissenschaft, um Gesellschaften von ihrer Geschichte zu entarten und Bevölkerungen zu spalten. Man sollte nicht jeden respektieren, der behauptet, ein Historiker zu sein, falsche Behauptungen aufstellt und Gesellschaften verwirrt. Die Geschichtswissenschaft ist ein seriöser Bereich und hat vom Historiker gelernt zu werden.


Halil Fehmi Dağ
Kiel, Dezember 2017

Für die Übersetzung ins Deutsche, danken wir Frau Dilek Yazgan.