21 Aralık 2017 Perşembe
Ataol Behramoğlu İle Yıllar Sonra Kesişen Yollar
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği...
İlk kez Sivas Üniversitesinde okuduğum yıllarda tanıştım Ataol Behramoğlu'nun şiirleriyle. Yıl 1999 belki 1998 de olabilir. Yaş ilerledikçe tarihler ufukta kaybolan gemiler gibi siliniyor hafızalardan. Beynimin karanlık dehlizlerinde şiirden bir ateş yakarak o yıllara ait kırıntılardan bir anı derlemeye çalışacağım size. Küçük bir grubumuz vardı. Çeşitli kitaplar okur (şiir, roman vb) aramızda tartışırdık. Tiyatro, sinema önemliydi bizim için. Bir arkadaşımız radyoda şiir, edebiyat üzerine program yapardı. Programın içeriğini beraber hazırlar zenginleştirirdik. Sık sık bir araya gelip şiirler ve bağlama eşliğinde türküler söylerdik. Türkülerin, şiirin dostluğu perçinleyen en önemli usur olduğunu o yıllarda öğrendik. Türkiye'nin değişik şehirlerinden, kültürlerinden, coğrafyalarından gelmiş olmamıza rağmen aramızda farklılık yoktu. Bugünlerde farklılıklarımızı ayrışmamız için önemli bir etkenmiş gibi bizelere empoze etmeye çalışan siyasi mekanizma o yıllarda daha yeni yeni canlanıyordu. O bozuk siyaset anlayışı toplumuzu etkisi altına almadan bizler zaten bir bütün olmayı çoktan başarmıştık.
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya...
Grubumuzun en güzel şiir okuyanı öğretmen Sevgiy'di. Onun sayesinde tanıdık Ataol Behramoğlu ve şiirlerini. O duygu, o his şiirin her kelimesine verdiği o hayat o dirilik hepimizi etkilerdi. Sevgi öğretmenin okumaktan en çok zevk aldığı şiirlerden biriydi 'Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var'. Ne zaman bu şiiri okusa tüylerimiz diken diken olurdu. Sevgi şiirin bitiminde ağlardı. Platonik bir aşk acısı çektiğini düşünürdük. Sormamıza rağmen acısını anlatmazdı bize. Günlerden birgün yine kendi aramızdayken telefonu çaldı konuşmak için yan odaya gitti. Sesi titriyordu ve ağlamaklıydı. Gelmeyince yanına gittim akan gözyaşlarını kazağı ile sildi ve bir tebessüm etti.
-Kötü bişey mi! diyerek yanıma oturdum.
-Yakalanmış.
-Kim yakalanmış?
Boynuma sarıldı, başladı acısını omzuma akıtmaya. Mahallesinde kendinden yaşça çok büyük bir erkeğin küçükken kendisini defalarca taciz ettiğini korkusundan kimseye söyleyemediğini. Bu davranışından asla vazgeçmediğini çok fazla çocuğa aynı şeyleri yaptığını. Şuan 70 yaşında olduğunu ve yine küçük bir kız çocuğunu taciz ederken yakalandığını söyledi.
-Ağladığıma bakma çok mutluyum. Şimdi daha sıkı kucaklayabilirim arkadaşlarımı ve artık saatlerce bakabilirim gökyüzüne.
Sevgi'nin yıllardır kabusu olan bu acıdan kurtulduğunu ve çocuk gibi özgürleştiğini görebiliyordum.
-Artık şiir okurken ağlamak yok anlaştık mı. Hadi diğerlerinin yanına geçelim merak etmesinler bizi.
Biz erkeklerin çocukların hayallerini yok etmemeye ve kabusları olmamaya dair bir dersten geçirilmeye ihtiyacı var.
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin
O yıllarda fotoğrafçılık çok önemliydi benim için. Sivas'ın eski mahallelerinde dolaşır yıkılmak üzere olan eski evlerini fotoğraf çekerdim. Sokakları, gariban çocukları, mutlu insanları... Çoğu zamanda gördüğümüz insanlarla konuşur sohbet ederdik. Fotoğraf çekiminde sosyoloji bölümünde okuyan ve iki bastonuyla yürüyebilen Nihal eşlik ederdi bana. İki bastonlu olduğuna bakmayın çoğumuzun yapamadığı işleri başarmış biridir o. Şimdi evli biri ikiz olmak üzere üç çocuğu var. Hatay'da öğretmenlik yapıyor.
Birgün;
-Bu kadar fotoğrafı ne yapacaksın?
Şaşırdım bu soruya sahi ne yapacaktım çektiğim fotoğrafları.
-Bilmem!
-Bilmem demekte ne demek. Olmaz sergi açmalısın ve herkesle paylaşmalısın bu güzel fotoğrafları.
Nihal'i çevresindeki herekesi motive eden, güç veren, cesaretlendiren pozitif bir tarafı vardı. Ve bu konuda inatcıydı. Kısa bir an düşündüm. Sonra;
- Tamam sergi açacağım ama bunu seninle ortak yapacağız.
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
Şaşırma sırası ondaydı. İtiraz etmedi hemen hazırlıklara başladık. Fotoğraf seçimine başladık, bir kaç tane kurgu fotoğraf çektik. Kendi imkanlarımızla çerçeveler hazırladık ve süsledik. Üniversitemizin bahar şenliğine yetiştirdik ve şenlik kapsamında bir hafta süren bir sergi açtık. Afişimiz özeldi ve şöyleydi. 'Atatol Behramoğlu'nun müthiş dizesi 've hayat, sunulmuş bir armağandır insana' sözünden yola çıkarak 'Hayattan Çalınanlar' fotoğraf sergimizde görüşmek dileğiyle.
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın
Grubumuzdaki bağlama çalan arkadaşım Mustafa, Sinan ve Kiraz 'Çoğul Türküler' isminde bir müzik grubu kurdu. Çok çalışarak kısa zamanda sergi için bir kaç güzel türkü hazırladılar. Ve sergimiz boyunda hergün belli saatlerde canlı müzik yaptık. Bahar şenliği kapsamında sergi salonumuzun yanındaki büyük salonda panel için davet edilen önemli isimler geliyordu. Sergimiz hep açık olduğu için gelen panelistler sergimizi gezerdi. Ahmet Taner Kışlalı, Türkan Saylan, Kıvırcık Ali, Musa Eroğlu ve o dönemde o salonda şiir dinletisi veren Ataol Behramoğlu. Türkan Saylan konferans arasında salondakileri sergimizi izlemeye davet etti. O gün o kalabalık kitle merakla sergimizi gezdi. Hepsiyle ilgilenmekten ve sorularını cevaplamaktan yorulduk. Yerel gazetelerde haberlerimiz çıktı bir kaç televizyon programına katıldık Nihal'le. Arkadaşımın sunduğu radyo programında arkadaşım bize o kritik soruları sordu. O yıllar acılı bir coğrafyaydı Irak. Emperyalizmin Irak'ı Özgürleştirme Operasyonu başlamamıştı ama hazırlıkları tüm hızıyla yapılıyordu. Küresel çeteler Irak'ın nükleer kimyasal ve biyolojik silahları yok etmekkten bahsediyordu. Önemli isimler suikastlara uğruyor ve öldürülüyordu. (Şiilerin dini lideri Büyük Ayetullah Seyid Muhammed Sadık El Sadr)
-Irak'ta yaşanan sorunların kısıtlanan demokrasi ve özgürlüklerle bir ilgisi olduğunu düşünüyor musunuz? Yoksa Emperyalizmin, Irak'a olan bu düşmanca tavrı maddi bir çıkar beklentisine mi dayanıyor?
-Medya ne yazık ki gerçekleri yazmıyor ama biz biliyoruz ki Irak'ta oynanan oyunlar o bölgenin yer altı zenginliklerini ele geçirmek amaçlıdır. Bölgede ki ülkeler Emperyalizmin hedefi halindedir. Bugün Irak yarın başka bir ortadoğu ülkesi.
-Peki 'Hayat'ta Çalınanlar' fotoğraf sergisiyle amacınız nedir?
- Üniversite ve Sivas'ı Kızılırmak üzerine kurulmuş bir köprü bağlıyor gibi görünsede aslında görünmeyen çok fazla köprü, önyargı ve kopukluk var. Şehir hayatı ile Ünivesite arasındaki bu köprüleri kaldırmak istiyoruz. Sonraki sergilerimizi şehirde açmayı planlıyoruz.
Ertesi gün sergimizi sivil polisler ziyaret etti.
-Size mi kaldı köprüleri kaldırmak, dediler ve gittiler.
Bir kaç gün sonra bir arkadaşımızın yolunu polisler kesmiş. Ablamın ismini söyleyerek tanıyormusun demişler. Gelip anlattı olanları hayır demiş. İyi araştırma yapmışlar hakkımda, köyde sigortasız şartlarda tarla ve zeytincilikle geçimini sağlayan ablamı ismini söylerek göz dağı vermek istediler. Farkında olmadan mimlenmiş kişiler listesine girdik. Ciddiye almadık, Sivas ve Üniversite arasında ki köprüleri kaldırmak için aynı sergimizi Sivas medresesinde ve sinemanın bekleme salonunda iki kere daha açtık.
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı...
Sonra ki yıllarda Türkiye'nin içinde bulunduğu siyasi işgal ve politik anlayışından rahatsız olduğum için Almanyaya yerleştim.Geçmiş güzel bir anı olarak kalıyor insanın belleğinde. Bazen unuttuğunu sandığınız anılar hiç olmadık bir anda canlanıyor.
Yıl 17 Aralık 2017 Ataol Behramoğlu ile yollarımız Almanya'nın Kiel şehrinde birkez daha kesişiyor. Soğuk bir Aralık gecesinde güzel şiirlerini dinleyerek ısındık.Şiir insanın tüm ağırlığını alıyor. İyi geliyor kırgınlıklarınıza.
'Ermeni Sorunu Dün Bugün Yarın' isimli Prof Dr Kemal Arı ile gerçekleştidiğimiz söyleşi kitabımızı hediye ediyorum kendisine. Biri, Bir Çocuğa Layık Olmak diğeri Aziz Nesin'li Anılar olmak üzere iki kitabını alıyorum ve oğlum Ernes adına imzalatıyorum.
Ernes ismini duyunca gülümsüyor.
-Ernesto Che Guavera'dan mı geliyor ismi. Sonunda t harfide varmı?
- t harfi yok Ernesto Che Guavera ve Ernest Hemigway'den geliyor ismi.
Veda ediyorum Ataol Behramoğlu'na eve gelip kitaplarını Ernes'e veriyorum. Ernes seviniyor yeni kitaplarını.
-Baba ne yazıyor okusana.
Meraklı bir şekilde sokuluyor yanıma. başlıyoruz okumaya.
-Ataol Behramoğlu bir çocuğa layık olmak.
hemen Bahar şiiri'ne göz atıyoruz birlikte.
Bu sabah mutluluğa aç pencereni
Bir güzel arın dünkü kederinden
Bahar geldi bahar geldi güneşin doğduğu yerden
Çocuğum uzat ellerini...
Gece bitti Ernes Ataol Behramoğlu ile 7 yaşında tanıştı. Hergün rüyalara dalmadan evvel şiir okuyacağız. Bir çocuğa layık olmanın ne demek olduğunu birlikte öğreneceğiz.
Yukarda başladığım 'yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var' isimli şiirinin son kıtasına geldi sıra. Şair öyle güzel özetlemiş ki hayatı...
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana
Farkına varıp anlayabilene ve alabilene. Başınız belaya girdiğinde, umutsuzluğa kapıldığınızda, canınız yandığında yani başınıza gelebilecek her türlü felakette şiire sığının. Sizi avutabilecek en cefakar en anaç koydur şiir.
18 Aralık 2017 Kiel
Halil Fehmi Dağ
20 Aralık 2017 Çarşamba
21. Yüzyılda TÜRKÇÜLÜK Mithat Akar Bir Kitap Bin İnsan
Mithat Akar '21.
Yüzyılda Türkçülük' Atayurt Yayınevi, Ankara, Aralık
2016,
156 Sayfa, ISBN –
978-605-83120-1-2
Genç bir yazarın ilk kitabında
'Türkçülük' gibi ağır
bir konuyu ele alması başlı başına takdiri şayandır. Yıllarını
kitap yazmaya ve halkımıza yön verdiğini iddia eden pek çok
'aydın' bu konulara hiç gir(e)memiş olması üzücüdür.
Birilerin yönlendirmesiyle bu konuyu ele alanlar ise Emperyalizmin
isteği doğrultusunda davranarak 'Türkçülüğü=Irkçılık'
olarak ele almış ve halkımıza bu şekilde aktarılmıştır.
Geniş bir kitlenin beyni bu şekilde yıkamıştır. Türk ulusunu
yok etmeye yönelik bu söylemler Emperyalizmin yüz yıldır
dilinden düşürmediği söylemlerdir. Tarih bilgisinden yoksun
bireyler dış güçler tarafından daha kolay istenilen kıvama
getirilmektedir. Bunun içindir ki 'Türk Tarihini' doğru ve
iyi öğrenmeye ve bu öğrendiklerimizi bayrağımızı teslim
edeceğimiz çocuklarımıza ve gençlerimiz aktarmaya mecburuz.
Dün olduğu gibi günümüzde de Türk
düşmanlığı yoğun bir şekilde devam etmektedir. Bu konuya
dünden ve bugünden birer örnek vererek durumun ciddiyetini ve
aralarında ki bağı göstermek yararlı olabilir.
Düne
aiyt bir örnek olarak, Lozan antlaşmasını imzalamayan ve hatta
kabul etmeyen ABD'nin Senatörü Upshow
1927 yılında , Amerikan Temsilciler Meclisinde yaptığı
açıklamaya göz atalım; ' Lozan Antlaşması, Timurlenk
kadar hunhar, Müthiş İvan kadar sefil ve kafatasları piramidin
üzerine oturan Cengiz Han kadar kepaze bir diktatörün, zekice
yürüttüğü politikasının bir toplamıdır. Bu canavar, savaştan
bıkmış bir dünyaya, bütün uygar uluslara onursuzluk getiren bir
diplomatik anlaşmayı kabul ettirmiştir. Buna her yerde Türk
zaferi demişlerdir.'
İkinci
örnek olarak ise Ekim 2017'de Muhtarlar toplantısında devletin
başı (Cumhurbaşkanı) 'Türkçülük bölücülüktür'
şekilde açıklamalar yaptığı
unutulmamalıdır. Bu örneklerde görüldüğü üzere, Türk'e,
Türkçülüğe ve Türkiye Cumhuriyetinin geleceğine kast etmek
isteyenler ortak hareket etmektedir. Ve bizlerin kimlere karşı
birleşeceğimiz açıktır.
Mithat
Akar bu kitabında son yüzyılda en çok hedefe oturtulan ve yok
edilmek istenen Türkçülük
kavramını ele almıştır. Satın alınmış medya, aydınlar
çöplüğü ve siyasilerin Türklüğü aşağılayan sözlerine
inat Tükçülüğü bilimsel olarak incelemiştir. Bu incelemesini
yaparken, Türkçülüğün ideolojik temelini Müdafaa-ı Hukuk
Teşkilatlanmasına ve Atyatürk dönemi Halk Fırkası programına
dayandıran Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura, Sultan Galiyev gibi önemli
değerli isimlerden faydalanmıştır. Kitapta Marksizm de ekonomik
ve siyasal yönleriyle ele alınarak eleştiriliyor. Marksizm'in
hangi noktalarda, karşı çıktığını iddia ettiği küresel
kapitalizmle uyuştuğunu ve Millet ve Milliyetçilik,
Bağımsızlık konularında
kapitalizmle nasıl aynılaştığını okuyucaya örnekleriyle
aktarıyor.
Günümüzde
Türkçülükten korkakların özellikle okuması gereken önemli bir
kitaptır 21. Yüzyılda Türkçülük. Bu kitap ile Türkiye de
rayına oturtamadığınız ve size anlamsız gibi gelen pek çok
olay uygun yerine oturacaktır. Türk Milliyetçiliğini, Fransız
Devrimi, Marksizim, Kapitalizm, Ulusalcılık, Devrimcilik,
Halkçılık ve Sosyalist devrim gibi daha pekçok kavram ile
karşılaştırmaları okuma hemde düşünme imkanına sahip
olacaksınız. Kitabı bitirdiğinizde 'Türk
milliyetçiliğini ayaklar altına almak'
isteyenlerin nasıl bir işbirlikçi planın uygulayıcısı
olduklarını göreceksiniz. Bu kitap bir dostunuza vereceğiniz en
güzel hediyelerden biri olacağından eminim.
Her
daim var olabilmek için okuyalım ve hep okutalım. Bu prangalardan
kurtulmamızın tek çaresi budur.
20
Aralık 2017 Heidelberg
Halil
Fehmi Dağ
14 Aralık 2017 Perşembe
TÜRK – AMERİKAN SAVAŞI ve 15 TEMMUZ Mithat Akar Bir Kitap Bin İnsan
Mihat
Akar 'TÜRK – AMERİKAN SAVAŞI ve 15 TEMMUZ'
ATAYURT
Yayınevi Ankara, Eylül 2017, 214 Sayfa, ISBN: 978 605 83120 4 3
Küresel
çetelerin kuşatmasında ve hedefinde olan ülkelerin halkları
öncelikle kendi tarihlerine yabancılaştırılır. Ülke ameliyat
masasına yatırılır, din, dil, ırk ve etnik krokisi çıkartılır.
Zaten halkı yönetecek kişiler daha önceden belli eğitimlerden
geçirilerek hizmete hazır hale getirilmiştir. Tüm bunların hepsi
bir çırpıda yapılacak şeyler değildir. Emperyalizm sabırlıdır
ve hedefe oturtduğu ülkeye uzun yıllar zaman ayırarak, oltanın
ucundaki yemi kapacak balık kıvamına getirir. Bunun için o ülkede
tehlikeli gördüğü herşeyi kendi hedefleri doğrultusunda
değiştirir. Eğitim sistemi, ordusu, milli değerleri erozyona
uğratılır. Sınır komşuları ile ilişkileri bozulur ve bölgede
yalnızlaştırılır. Toplum saç telinden ayak parmaklarına kadar
ayrıştırılır ulusal birlik bozulur. Medya, halk arasında ki bu
ayrışmayı artırmak için düzenli yayınlar yapar. Halk planlı
hazırlanan programlarla hem bilinçsizleştirilir hemde
kutuplaştırılarak düşman hale getirilir. Emperyalizmin
güdümünde hareket eden sivil toplum kuruluşları, siyasiler,
sözde aydınlar kendilerine verilen görevi eksiksiz yerine getirir.
Ulus devlet yapısı çözülmeye başlar ortaya ırk ve mehzep
merkezli küçük çıbanlar çıkar. Bu çıbanlar zamanla beslenir
ve büyümesi sağlanır. Bu şekilde hedef ülkenin sosyal,
toplumsal ve kültürel yapısı ele geçirilir.Ve tüm bu unsurlar
zamanı geldiğinde sahneye çıkarak kendilerine verilen görevi
yerine getirir.
Türkiye'nin
sancılı yapısını doğru analiz edebilmek için 1938 'den
günümüze kadar sürecin iyi bilinmesi önemlidir. Daha doğrusu
adım adım emperyalizm tarafından nasıl kuşaltıldığımızı
öğrenmeliyiz. Zira eksik bilgi ile günümüz olaylarını doğru
analiz yapmamız zorlaşır.
Yukarıda
taslak olarak anlatmaya çalıştığım bu olay örgüsünün
doğurduğu nedenler ve sorunlar, tanıtımını
gerçekleştireceğimiz Mithat Akar'ın 'Türk ve Amerikan Savaşı
ve 15 Temmuz' isimli kitabınında temel konusunu
oluşturmaktadır. Yazar, 'ABD Emperyalizmi ve dışa bağımlılık'
, 'Terörle mücadele ve milli güç' ve '15 Temmuz iç
savaş ve işgal girişimi' olmak üzere üç bölüm altında
yaptığı durum analizlerini okuyucu ile paylaşıyor.
15
Temmuz gerçekte nedir? 15 Temmuz'un arkasında ki büyük resmi görebiliyor muyuz?
Yazar
kitabında Türkiye'nin 15 Temmuz'a geliş sürecini inceliyor.
Birinci
bölüm olan 'ABD Emperyalizmi ve dışa bağımlılık' da;
Bağımsız Türkiye Cumhuriyetine tehdit oluşturan, Truman
Doktrini ve Marshall Planını, eğitim sistemimizi
ABD'nin güdümüne sokan Fulbright eğitim anlaşması ve
enstitüleri ile gelecek nesillerimizin hedef tahtasına
oturtulduğuna değiniyor. Sevr'den BOP'a sömürge yönteminde de
Türk-Amerikan savaşına genel bakış açısını sunarak, Nato
üzerinden yürütülen operasyonları okuyucuya aktarıp Türkiyenin
işgal edilişini ortaya koyuyor. Özellikle bu bölümde ele alınan
Truman Doktrini, Marshall Planı ve Fulbrigt eğitim anlaşmasının
önemini çok iyi kavramak ve Türkiye'yi nasıl bir çıkmaza
sürüklediğini görmek çok önemlidir.
Akar,
durumu doğru analiz edebilmek için 1947 yılında Türkiye'yi
bölgede Sovyetlere karşı kullanmak amaçlı ABD tarafından Sovyet
tehdidine karşılık yaptığı Truman Doktrini planını ele
alarak başlamaktadır. Türkiyenin bağımsızlığına tehdit
oluşturan bu anlaşma ile ABD, Türkiye'ye 152.5 milyon dolar
yardımda bulunuyor. Fakat bu yardımın arka planında yapılan
anlaşmalarda Türkiye ABD'ye bağımlı bir devlet haline
getiriliyordu. Örneğin bu yardımın ağır sanayide kullanımı
yasaktı, Milli eğitimde ABD söz sahibi yapılıyor ve Amerikan
eğitim modeli ile toplum kontrol edilebilir hale getirilmeye
çalışılıyor ve halk medyanın devreye girmesiyle ABD'yi sevmemiz
gerektiğine inandırılıyordu.
İkinci
bölümünde; 'Terörle mücadele ve milli güç', başlığı
kapsamında günümüz sorunlarını daha doğru anlamamıza katkısı
olacak değerlendirmelerde bulunuyor. Aslında yıllardır gerek halk olarak gerekse TSK olarak yaşanan sorunlar çok iyi bir anlatılmış. Bunun yanı sıra çözüm
önerilerininde altını çizerek okuyucunun ilgisini bu noktaya
çekmeye çalışıyor. Zira yaşanılan bu kaos ortamında çaresiz
bireylerin çoğaldığını ve bu çaresizliğin 'insanı'
ne olursa olsun noktasına getirerek yenilgiyi kabul ettiren,
bezdirme yöntemininde başka bir psikolojik savaş yötemi olduğunu
göz ardı edemeyiz.
Bu
bölümde terörün ne amaçla yaratılıp, beslendiği örneklerle
anlatılıyor. Terörün neden tırmandırıldığı, büyük
şehirlerde patlatılan bombalarla toplum içinde iç huzuru bozma ve
korkutma ile baskı altına tutmak, ortadoğuda emperyalizm
tarafından yani suni nedenlerle yaratılan savaş ortamını
irdeleyerek tüm bunların ve güneydoğuda yaratılan, güçlendirilen
ve kontrol altında tutulan terörün aslında yüz yıldır
bitmeyen bir hayale hizmet ettiğini gösteriyor.
Özellikle
Türkiye'de toplumun bilmesi gereken ve ülkenin geleceğine tehdit
oluşturabilecek hayati önemi olan pek çok anlaşma veya yasanın
toplumdan kaçıralarak kabul edildiği yasalaştırıldığı bir
gerçektir. Bu yasalardan en önemlilerinden biri olan 'İkiz
yasalar' ın ihtiva ettiği tehlikenin boyutları uluslararası
tehdit adı altında anlatılıyor kitapta. İkiz yasaların ne
anlama geldiği ne acıdır ki toplumumuz tarafından yeteri kadar
bilinmemektedir. İkiz yasaların ne olduğunu burada değinmenin
önemli olduğuna inanıyorum.
'Türkiye'nin
34 yıl boyunca imzalamadığı ve 2000'de Ecevit, Bahçeli,Yılmaz
hükümeti tarafından imzalanan İkiz yasalar, 2003 yılında Ak
parti hükümeti tarafından onaylandı.
İkiz
yasalar sözleşmesine göre;
a)
Bütün halklar kendi kaderini tayin hakkına sahiptir. Bu hak
vasıtasıylşa halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin
edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe
sürdürebilir. (Siyasi özerklik)
b)
Bütün halklar, ...doğal kaynakları ve zenginlikleri üzerinde
kendi yararına serbestçe tasarrufta bulunabilir. Bir halk sahip
olduğu maddi kaynaklardan hiç bir koşulda yoksun bırakılamaz.
(Ekonomik denetimin merkezi olmaktan çıkarılması)
- ...bu sözleşmeye taraf bütün devletler, kendi kaderini tayin hakkının gerçekleştirilmesi için çaba gösterir ve Birleşmiş Milletler şartının hükümlerine uygun olarak bu hakka saygı gösterir denmektedir.
Yani
Güneydoğuda gerçekleşecek olası bir ayaklanma, bu sözleşme ile
'meşru' zemine oturtulmaktadır. Emperyalizm bu anlaşmayı
gerekçe göstererek Türkiye'ye müdahale edebilir.
Hatırlayınız
avrupanın mutlu ülkesi Yogoslavya'nın iç dinamikleri ile nasıl
oynandığını ve bu yasayla işgal edildiğini. '
Kitabın
son bölümüde olan '15 Temmuz iç savaşı ve işgal girişimi'n
de yazar size sunduğu tüm bilgileri bir kez daha süzgeçten
geçirerek gerçek resmi görmenizi sağlıyor. Bunu yaparken diğer
bölümlerde eksik kalan noktaları bu bölümde tamamlıyor. Örneğin
TSK'nın itibarsızlaştırılması, kıbrıs ve ege, BOP gerçeği,
ABD'nin Türkiye planı, 80 darbesi gibi kritik konular hakkında
bilgiler verilerek 15 Temmuz'un ne olduğunu ortaya konuluyor.
15 Temmuz; ABD merkezli planlanan, özellikle stratejik hata ve açık
veren, TSK'nın etkinliğini zayıflatmak isteyen kuvvetler
tarafından gerçekleştirilen, 'Askeri bir darbe' değil
bilakis'Türk Askerine' yapılan bir darbedir.
Darbenin kahramanları yani 15 Temmuzu gerçekleştirenler, Ergenekon
ve Balyoz darbesi ile tasfiye edilen komutanların yerine geçenler
tarafından gerçekleştirilmiştir. Yani Ergenekon ve Balyoz
olmasaydı 15 Temmuz'da olmayacaktı. Türkiye'de hiç bir olay tek
başına bağımsız bir şekilde ele alınmamalıdır. Çünkü her
olay önceki bir olayla bağlantılıdır.
Türkiye'de
bu kitapta yer alan bilgilerden habersiz milyonlarca insanın var
olduğu bir gerçektir. Bu ve buna benzer kitaplar ne kadar çok
okunursa bilgi seviyemizde ona göre artacak ve güncel siyaseti ve
oynanan oyunları daha doğru analiz yaparak anlamamız
kolaylaşacaktır. Zaten Mithat Akar
son sayfada sunduğu kaynakça bölümünde faydalandığı önemli
isimlerin kitaplarını görebilirsiniz. Kaynakça olarak sunulan bu
kitapların aslında her birinin okunması gereken çok önemli
kitaplardır. M.Emin Değer'in Oltadaki Balık Türkiye, başarılı
araştırmacı gazeteci yazar Banu Avar'ın kitapları gibi daha pek
çok başarılı ismin günümüze ışık tutan kitapları okunmalı
ve okutulmalıdır.
Okudukça
bilgileneceğiz, bilgilendikçe bu oyunlardan, prangalardan,
tuzaklardan kurtulacağız. Hep okumanız ve okutmanız dileğiyle.
14
Aralık 2017 Heidelberg
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)